Eden hadikasından İsa’nın çarmıha gerilişine kadar yılan da Hayat Ağacı sembolizminin bir parçası olmaya devam etmiş ve Krallık kavramıyla birlikte her üçü işbu Yahudi-Hristiyan mesihî ilâhiyat ve ikonografisinde ayrılmaz bir üçlü teşkil etmişlerdir.[1] Bugün, İstanbul, Beyoğlu Balık Pazarı Üç Horan Ermeni Gregoryen Kilisesinin başrahibi, mor kadife kaftanının üzerine, omuzlardan göğüs altına kadar inen ve önden ve arkadan eteklere varan iki karış genişliğinde parçası bulunan sırma işlemeli bir göğüslük giymektedir. Bu göğüslüğün ön ve arkadan eteklere varan kısmı kâmilen Hayat Ağacı örgesiyle kaplı olup sağ göğüs hizasında da ağzını açmış bir ejderha işlenmiş bulunmaktadır.
Buna benzer bir tanesi de, ağzı kapalı olarak, şek. 5’te görülüyor, haylice değişik çağ ve kökenli olarak. Bunun tafsili ilginç olabilir.
İbn Sina henüz on yaşını sürüyor, Buhara’da (Vihara). Hakîm, yani tabip olarak üne sahip Abdullah el-Nâtılî, ayrıca feylosof olarak da tanınmakta ve özellikle eksîrler üzerinde çalışmaları bulunmaktadır. Bütün bunlar birinci binin son yıllarında vaki oluyor. Bu günlerde Samanî’ler Transoxiana’da yerleşmiş olup Buhara ile Semerkand, İslâm dünyasının geniş bir alanı için bir uygarlık ve kültür merkezi-odağı durumundaydı, İbn Sina’nın babası, oğluna hocalık etmek üzere Nâtılî’yi misafir ediyordu. O da Gurganj’a taşınana kadar şakirdine Grek feylosoflarının öğretilerini aktarmıştı.
Bu arada da Dioscorides’in De Materia Medica‘sını tercüme etmişti, Arapçaya. Dioscorides Kozan-Kadirli civarında (Ada) Anazarba’lıydı (fot. 88).
Zamanlar ilerleyip de Arapçanın yerini geniş ölçüde Farsça aldığında H. 510’da Muhammed ibn Ali -el- Ramî bunu bu sonuncu dile çevirmişti. Bu yazmanın kolophon’u üzerinde şek. 5’deki yılan-ejderha boy gösteriyor.[2] Ne arıyor orada? Bilemiyoruz, Ermeni rahibinin göğsündekini bilemediğimiz gibi.
Karacaahmet’tekilerini bilebiliyor muyuz? Diyelim fot. 88a’daki, palmet demeti şeklinde temsil edilmiş Hayat Ağacı’nı koruyor. Ya fot. 88b’dekiler? Ya altında, ağzından alev çıkaran ejderhalar?…
“Arap felsefesinin ortaya koyduğu eserler İskenderiye mektebinin bir devamından ibaret olup… Arap felsefesinin fikir ve kuramları, Plotinus veya Porphyre’ninkilerin aynı veya bunlara çok yakındır”[3]. Oradan mı geçmişti yılan?… Hint’ten alalım yanıtı: “Yılan…, korkulan bir düşman; hane ve varlığın (servetin) muhafızı; irfanın refiki ve remzi olarak tekrim edilir”[4] Yani yılan, “ehl-i irfan olana cilveleniyor”…, Nâtılî gibi ehl-i irfana.
Hep göreceğimiz gibi, yılanın koruduğu Hayat Ağacı, kabartma ve sair temsillerde çoğu kez bir direk, asa olarak görünmektedir.
Bütün bu manzume içinde yılanın yerinden daha önce de kısaca söz etmiştik. Temsil ettiği erk kavramının yanı sıra “yılankavî” gidişinin de telkin ettiği bir takım anlamlar vardır. Gömlek değiştirerek de ebedî gençliğin timsali oluyordu. Mezkûr gidiş, dalganınkilere müşabih olmakla derinliklere ve sırlara aşinalığın da sembolü oluyor. Fot. 89’da görülen mezar taşının sahibi Şeyh Mehmet Tayyar her halde onu bu yönleriyle ele almış olmalı. Yılanın iğva, baştan çıkarma (Havva’nın Âdem’e “ettiği”nden), dişil prensiple yakın ilişki (tanrıçaların ellerinde yılan tutmaları, saçlarının yılana dönüşmesi), çeşitli “şeytanî” vasıflarını göz önüne almış olduğunu sanmıyoruz.
Ama bu arada bize çok önemli görünen bir hususa değinmeden geçmeyeceğiz. Yılanlı şahidenin sahibi Şeyh Mehmet Tayyar, Kadiri tarikatının müessisi Şeyh Abdülkadir Gilanî (Geylanî)’nin (1077 – 1166) 49 evlâdından dokuzuncusuydu[5]. Bu itibarla XII. yy.da yaşamış olması gerekir. O devirlerde Van’a gelip yerleşmiş (türbesi Çatak’tadır). Babası Hazer’in güneyinde, Gilan eyaletinde Nif-Nayf köyünde doğmuştu. Yani İran’da dünyaya gelmişti, Mithra gibi…
Yazınsal ve epigraphic kaynaklara bu tanrının adının “kayadan doğma” şeklinde geçtiğinden daha önce söz etmiştik. Çok sayıda kabartma ve heykelde o, zeminden, bir kesik koni (mahrut nakıs) şeklini haiz bir kayadan, bir elinde kama, diğerinde meşale, göbeğinde bir hilâl ve başında Phrygia külâhı olmak üzere[6] zuhur etmekte olan bir çocuk görünümünde tasvir edilir.
Ama kayanın etrafına bir yılan sarılmıştır!…[7]
Mithra’yı gönülden çıkarmak kolay değil. O da bizi yine geri götürecek. Toros’ların, yani “boğa dağı”nın zirvelerinden Demir Kazık ve bununla aynı veya benzer adları taşıyan kutup yıldızından bahsetmiştik. Bu boğa-yıldız münasebetini bize galiba Mithra izah edecek. Ona şimdilik kısa bir dinlenme molası verelim. Hyginus (M.Ö. 64 – M.S. 17), Orion’un doğuşunu şöyle hikâye ediyor: Hyrieus (“Arı kovanından”) adında biri, evinde misafir ettiği Juppiter ve Mercurius’dan (Uttarit) bir çocuk sahibi olmayı talep eder. “Rüşvet” olarak da yenmek üzere bir boğa boğazlar. Onlar da hayvanın yüzülmüş derisinin içine işerler ve bunu gömmesini söylerler. Bundan bir oğlan doğar. Babası ona önce Urion (urine = idrar) adını koyarsa da kulağa daha hoş geleceğinden bunu Orion’a çevirir.[8]
Hüsnü cemal ve bir dev kuvvetine sahip delikanlı, çok çeşitli zenneperestlik serüveni sonunda öldürülür, bütün güzel âşıklar gibi “kadın parmağı” ile. Ama bütün bunlar onun “topraktan” (kayadan?) neşet etmiş olması keyfiyetini değiştirmez.
Fakat öldürülme sebepleri olarak ileri sürülen çeşitli rivayetler arasında bir tanesi aklımızı çeldi: Artemis’le (demir) halka atma yarışma giriyor,[9] kazanmakla da maşukasını kızdırmış oluyor…
Tehevvürle yaptığı işin büyük pişmanlığı içinde kıvranan tanrıça onu bir takımyıldızına tahvil ediyor, bugün aynı adı taşıyan takımyıldızına.
Öldürülme şekli de önemli oluyor. Rivayetlerin çoğunluğu Artemis’in onu bir akrebe sokturup bu hizmetine karşılık “katil’i de bir burç haline getirdiği merkezindedir.
Hikâyeyi bu noktada ele aldığımızda bazı yakınlıklar doğuyor gibi oluyor. Romalı askerin Mithra kültünde ikon, Mithra’yı bir boğanın üstüne çıkmış, sol eliyle hayvanı ağzından yukarı çekerken sağ elindeki kamayı omuz başına batırır halde tasvir ediyor. Altta, hayvanın tenasül uzvunu sokmakla meşgul bir akrep, yanında bir yılan, bir aslan… var, hepsi de birer Zodiak burcu olan yaratıklar.
M.P. Speidel’in tezi doğruysa boğa kurbanı sahnesi, Boğa’dan Akrep’e kadar takımyıldızlarının yaz hattı üstüva burçlarını temsil ediyor; kült ikonundaki Mithra, Orion burcundan başkası olmuyor.[10]
İşin doğrusunu yanlışını konunun uzmanları araştıra dursunlar, biz şu demir halka atma oyununa dönelim. Demir halka, demir kazığa geçirilir… Demir Kazık da, Boğa Dağı üzerinde, Orion olur, kutup yıldızı olur, zamanla…
Daha ne ekleyelim?…
Yılanın sembolizminin gerçekten çok yönlü oluşuna karşın bütün bu semboller, son tahlilde, bir ana fikir etrafında toplanır: kendini yenilediğinden ölümsüzdür ve dolayısıyla da ayın bir “kuvveti”dir ve bu niteliğiyle doğurganlık, ilim (gaybdan haber verme, kehanet) ve hatta ölümsüzlük dağıtır. Tanrının insana ihsan ettiği ölümsüzlüğün yılan tarafından çalınmış olduğunu anlatan çok sayıda mitos olduğunu biliyoruz.[11] Şeyh Mehmet Tayyar da yılanın dağıttığı “iyi şeyler”e talip olmuş olmalı, fot. 70’teki şahidenin sahibi gibi.
Anadolu’da “genellikle angona[12] adı verilen ev yılanı uğursuz sayılmaz. Evlerde, duvar deliklerinde görüldüğü zaman ona kimse dokunmaz. Evin koruyucusu sayılır. … Kara yılan, engerek yılanı, sarı yılan, alacalı yılan, boz yılan gibi… yılanlar uğursuz, korkulu sayılır…”
“Bir yılanı öldürüp ağaca asınca yağmur yağar.[13] Bu, Anadolu’da çok yaygın bir inançtır. Yağmur duasına çıkan köylüler buna büyük bir önem verirler. Yağmur yağsın diye yılanı öldürüp ağaca asarlar. Öldürülen yılan suya atılır da yitip giderse yağmur durmaz, gittikçe artar, ortalığı seller sular kaplarmış.[14] Bu yüzden öldürülen yılanı -yağmur yağdırmak için- bir ipe bağlar, öyle suya salarlar. İstenildiği ölçüde yağmur yağınca sudan çıkarır toprağa gömerler…”
“Köylerde, küçük kasabalarda yılanla ilgili büyüler yapılır. Özellikle bir takım hastalıkların giderilmesinde, çarpılmalarda, sinir bozukluklarında yılanın yararlı olduğu inancı yaygındır. Yılan gömleği denen kalıntı, yılanın değiştirdiği ince deri büyücülükte önemli bir yer tutar. Yılanın gözleri, nazar değmelerde yararlıymış…”
“Ölen bir düşmanın ruhu yılanın gövdesine girer insana kötülük edermiş.[15] Anadolu’nun kimi yörelerinde yılan anlayışı, kavrayışlı kimseleri yansıtan bir örnek niteliğindedir. Onda yılan zekâsı var sözü bu tür insanları anlatmak için söylenir…”
Ve Karadeniz kıyılarının “yılanlı” türkülerinden bir kaçı:
“Yaşmağınun istinde “Derenun gıyısinda
Yılan alacaları Gara yilanun foli[16]
Güzel güzel kızların Geldi geçti garşimdan
Ağlasun gocaları” Gözleri doli doli”
“Yilana bak yilana
Ağaca sarıluyi
Böyle idi yazilar
Nenen ne dariluyi”[17]
Zehiri itibariyle ölümü de temsil ederse de onun hayat ve doğurganlık sembolü olması keyfiyeti ağır basmaktadır. Arapçada “yılan” ve “hayat” sırasıyla “hayye” ile “hayâ”, aynı kökten ve birbirlerine çok yakın iki sözcüktür. Yılanın baştan çıkardığı Havva, İbranîce Haua, yani “yaşayan”dır. Boş yere mi Ana Tanrıça’lar baş ve ellerinde yılanlar taşırlar?
Hindistan’da yılan, Saiva kültünde olduğu gibi, phallism ve cinsî güçle teşrik edilmiştir. Bu kültün bir totemistic temeli olması da muhtemeldir. Strabo’nun, yılanlarla ilişkili olduklarına inanılan ve sözde onlarla fizikî benzerlikleri olan Phrygia’nın Ophiogeneis ya da yılan ırklarını tasvir etmesi gibi Hindistan’ın Kuzey Batı Eyaletleri’nin Cheros’ları ve daha başkaları Büyük Yılan’ın ahfadı olduklarını iddia etmektedirler. Hatta Guatama Buddha’nın bile yılandan geldiği söylenir.[18]
Aya tabi ve onun ya da aynı cevheri haiz şekiller (Büyük Ana, Toprak Ana) tarafından tevzi edilen esasi doğurganlık ve yenilenme sembolizmi, ikonografide, mezar taşları ve sair yerlerde yılanın mevcudiyetini izah eder. Büyük Ana’nın alâmeti sıfatıyla, yılan (devrî yenilenme) kamerî ve bununla birlikte türabî niteliğini muhafaza eder.
Hint ve Osmanlı mistik denemelerinde, düşünce ve bakışın uzun süre iki kaş arasına teksifi sonunda göze helezonlar görünmeye başlıyor ki bu da yılana teşbih ediliyor ve onun temsil ettiği evrensellik ve ölümsüzlüğe erişilmiş olma manasını taşıyor.
Böylece de ay-yağmur-mümbitlik-kadın-yılan-ölüm-devrî tecdit bütünüyle karşılaşıyorsak da bazen kısmî yılan-kadın-doğurganlık veya yılan-yağmur-doğurganlık ve yine kadın-yılan-sihir ve sair heyetler önümüze çıkıyor. Bu tali “odak”ların etrafında bütün bir mitoloji meydana gelir. Ama şaşırtıcı durumlarla karşılaşılması da olasıdır: meselâ yılan-su (veya yağmur) ikilisinde, bu iki gerçeğin mutlaka aya tabi olması keyfiyeti her zaman kesinlikle belli değildir. Sayısız menkıbe ve mitos bize Yılan veya Ejderha’ları bulutları murakabe eder, göllerde mekân tutar ve dünyayı sudan yana besler halde tasvir eder. Yılanlarla pınar ve akarsular arasındaki bağ Avrupa halk inançlarında da kendini muhafaza etmiştir.[19]
Rifâiye ile büyük yakınlık gösteren Sa’diye tarikatı “XIX. yy.ın ikinci yarısında Mısır’da çok yaygın durumda olup Dôsa tesmiye edilen büyük bayram sırasında bazı Sa’di dervişlerinin canlı yılan yedikleri biliniyor… (Yugoslavya’da) Gnjilane’deki Sa’diye tekkesinde Hazret-i Pir, yani Sa’d ad-Dîn el-Cibâvî’nin türbesini temsil eden bir tablo ile türbenin altında büyük bir yılanın resmi bulunuyor. Gnjilane’deki tekkenin şimdiki şeyhi Tevfik’e göre bu yılan canlı olup altı ilâ yedi yüz yaşındadır ve türbeyi korumaktadır…”[20] Ahmed Rifâ’î’nin yılan dahil bütün hayvanları terbiye etmeye muktedir olduğu da bilinir. Edirne Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde, Tarikatlar bölümünde üzerinde “Hazret Sultan Ahmed Rifâ’î’nin Mezarı” yazılı bir tablo bulunmakta olup bunda hazretin sandukası, yerden yüksekçe bir kaide üzerinde olarak resmedilmiş. Kaidenin dört köşesinden yükselen sütunlar üzerinde duran kubbe de sandukayı örtüyor (ateşgedelerin naos – çahâr tâk’ını akla getiriyor). Sağda bir aslan, solda da bu kez ön ellerinde dünya küresini tutan yine bir aslan görülüyor. Ortada bir akrep, bunun önünde de koca bir yılan bulunuyor.
Moğolistan’da yılan nadir olmakla birlikte “ejder tanrı,” Luus’un simgesidir ve birçok yerde nibdagh, yani mahalli tanrısal varlık olarak telakki edilir. Bu itibarla yılanın öldürülmesi tabu halindedir: herkes, insanlara ne türlü tepki göstereceği belli olmayan Luus’ları tahrik etmekten çekinir.[21]
[1] E. O. James.- op. cit., s. 106-7.
[2] M.M. Sadek.- Notes on the introduction and colophon of the Leiden manuscript of Dioscorides’ “De Materia Medica” in IJMES, X/3, Aug. 1979, s. 353.
[3] M. E. Blochet.- Etudes sur l’ésotérisme musulman, Paris 1979, s.3.
[4] W. Crooke.- op. cit., II s. 123.
[5] M. Uyanık.- Petroglyphs of South-East Anatolia, Graz 1974, s. 48. Ayrıca bkz. D.S. Margoliouth.- Abdülkadir Gilanî, in İA.
[6] F. Cumont, Roma Mithraisminin İran menşeli olduğunda şüphe etmemekle birlikte “taştan doğma” efsanesinin Anadolu kökenli olduğunda ısrar ediyor.
[7] M.P. Speidel.- Mithras-Orion. Greek hero and Roman army god, Leiden 1980 s. 33.
[8] ibd.
[9] EB ve EA, mad. “Orion”.
[10] M.P. Speidel.- op cit., s. 46.
[11] M. Eliade.- Traité, s. 147.
[12] Kelimenin “ongun” ile ilişkisi akla yakın düşüyor.
[13] Tarafımızdan belirtildi.
[14] Tufan ile münasebet derhal görülüyor.
[15] Tenasüh.
[16] Yunanca φωλεά , yuva; φῶλος da tavukları istenilen yere yumurtlatmak için yapılan sahte yumurta olup “folluk” sözcüğü bunlardan müştaktır. Karadeniz yöresinde “foli”, yuva karşılığında kullanılır.
[17] İ. Z. Eyüboğlu.- Bütün yönleri ile Anadolu inançları, İst. 1974, s. 68-72.
[18] W. Crooke.- op. cit. II, s. 124.
[19] G.Widengren.- op.cit., s. 151.
[20] A. Popovic.- Un texte in édit de Hasan Kaleshi: “L’ordre des Sa’diya en Yougoslavie”, in Quand le crible était dans la paille, s. 341.
[21] S. Jagchid and, P. Hyer.- op. cit., s. 152.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.