“Vermem sana çek candan elin ey melek el-mevt
Canânıma nezr eylediğim cana dokunma” (Âşık Ömer)
Konularımızla yakından ilgili olup da sık sık karşımıza çıkan ve daha da çıkacak olan adak kavramına açıklık getirmemiz gerekir. Bu kavram, ant, yemin, ahit’inkilerini de sürükler.
“Adak”, temel tanımlama olarak, bir insanla bir “üst düzeydeki varlık”, tanrı ya da sair doğaüstü güç arasında vaki bir muamele olup bunda ilki, tanrıya bazı işler ifa etmeyi veya ona belli bir armağan sunmayı, o ise buna karşılık, ona bazı özel lûtufta bulunmayı taahhüt ederler. Çeşitli dinlerde çeşitli ritüel ya da merasim, işbu ahitleşmeyle birlikte icra edilir ama hepsinde göklerin veya cehennemlerin bütün gazabı, “anlaşma”yı bozanın başına yağacaktır.
Adak, insanın arzuladığı şeyi vermesi ve ihtiyaç halinde yardımına koşması için doğaüstü gücü ikna ya da zorlama şekillerinden ve dinin mukannen surette uygulanan ritüellerinden ayırt edilecektir.
Böyle bir anlaşma, tanrısal tarafın da, insanoğluyla münasebetlere girip onunla ahitleşmeye gidebilecek, onun hayırhahlığına güvenilerek adak yoluyla vaki talebi anlayabilecek ve muhatabının minnet duygularını tartabilecek kabiliyette bir insanî şahsiyeti haiz olmasını mutazammındır; diğer taraftan adak adayan kişinin iman ve manevî tavrı, sihrî rituslarda büyük önem taşıyan ritüel ayin teferruatına nazaran haylice ağır basar.
Bunun dışında adak, müesses kültlerden tamamen ayrı olup dinî takvimlerde bulunmaz. Bununla birlikte bunda adi duadan o kadar çok unsur mündemiçtir ki Grek dilinde aynı ενχη sözcüğü hem dua, hem de dilek, adağı ifade eder (Fransızca eucologe = dua kitabı)[1]
Sunu veya herhangi bir oruç ya da itikâf vaadi, gücendirilmiş bir tanrının gazabını dindirecek veya hayırhahlığını celp edecek şekilde hesap edilir.
İncil, adak öyküleriyle doludur. Ancak bunlar arasından da gerçek adakla herhangi bir amaçla ant içme fiilini tefrik etmek gerekir. Peder’lerin et ve şaraptan tevakki etme hususunda yeminleri bilinir. Bu ve bu gibiler bizim burada irdelediğimiz adak kavramından farklıdırlar. Berberin sanatıyla ilgili sakınmalar hayli yaygın olarak görülüyor. Şahısların bir tanrı, mabet ya da özel bir dinî çevre (meselâ bir azizin türbesi) ile bağ kurmayı veya mevcut bağı takviye etmeyi amaçlamaları halinde, bir saç sunusu şu ya da bu şekilde zorunlu oluyordu. Önce mabette saç lüleleri kırpılır, bunlar tanrıya birer ruhî bergüzar olarak bırakılır ve adak yerine gelene kadar artık kesilmezdi. Nitekim Akhileus saçını Sperkheios ırmağına adamış ve Troja’dan sağ ve salim dönene kadar onu kesmemeyi ahdetmişti. Saç adağına ait başka örnekleri daha önce vermiştik.
Adak yükümlülüğünde bulunan kişiye et ve tahammür etmiş içkilerin yasaklanması, bunların istihlâkiyle insanın bedenine bunlarda temekkün etmiş olan nâpâk ruhların gireceğine olan inanca dayanır.[2]
Şimdi de konuya İslâmî açıdan yaklaşalım. İbranî n-z-r kökü, “adamak, tahsis etmek” manasına gelen n-d-r köküne tekabül eder (Arapça n-dh-r)[3]. “Nezir”, Arapça-Osmanlıcada “adak”ın muadili olmaktadır. Adanan nezir edilen şey, Araplarda bir hayvan olabilirdi ki meselâ Recep ayında atîra bayramı için bazı küçükbaş hayvanlar, nezir edilirdi; bu adama merasimi sırasında tantanalı sözlerle bu hayvanların günlük yaşam ortamından çıkarak kutsî çevreye girdiği ifade edilirdi. Her türlü kaza ve belâdan kurtulmak için nezre başvurulurdu. Muharebelerde deve adanırdı (tehlike büyüdükçe “rüşvet”in “miktarı” da büyüyor…). Denizde gemi batma tehlikesi geçirdiği zaman Allah veya bir veliye (“üst düzeydeki varlık”) ya bir kurban, ya da oruç veya benzeri bir sakınma (yiyecek maddelerinden, insanlardan- itikâf, cinsî münasebetten…) nezir olunurdu. “Sizi karada ve denizde dolaştıran O’dur… bir fırtına kopar, her taraftan dalgalar hücum eder, onlar da kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlar ve derhal tam ihlâs ve samimiyet (tam itaat ve teslimiyet) ile Allah’a yalvarırlar: ‘bizi bu (belâdan) kurtarırsan, muhakkak sana şükredenlerden oluruz’ derler…”[4]Yukarda sözünü ettiğimiz “pazarlık”, burada ayan olmaktadır.
Halka kulak verelim: Bektaşî’nin biri hamam böceğine bakmış ve “Allah’ım, işin yok muydu da bunu yarattın?” diyecek olmuş. Bir zaman sonra hastalanmış, türlü yara ve çıban dökmüş. Kimse dedeyi sağaltamamış. Sonunda biri “Erenler, hamam böceklerini topla, onları sarımsakla havanda döv, şöyle bir merhem yap…” demiş. Çaresiz, dede bunu yapmış ve gerçekten de iyi olmuş. Aradan bir zaman geçmiş, dede gemiyle bir yere giderken müthiş bir fırtına kopmuş. Gemi batma tehlikesi içinde dalgalarla boğuşurken yolcuların kimi Kuran okuyor, kimi çeşitli adaklarda bulunuyormuş. Bizim dede ise çubuğunu yakmış, bir kenarda sakin sakin oturuyormuş. Biri onu görmüş.
“Dede, ne duruyorsun? Dua etsene!…”
“İşine bir kez karıştım, neler çektiğimi ben bilirim…”.
(Hz.) Ömer bir kuraklık zamanında, yağmur yağana kadar ağzına yağ (samn), et ve süt koymamayı ahdetmişti.
Adak bir kurban olsa dahi adayan kişiye ayrıca mükellefiyetler de yüklerdi; meselâ bu kişi sadece hac sırasında değil, hac’dan sonra, kurban kesilirken de, saçlarını kestirirdi; zira bu işlem, Musevî’lerde kendini dine vakfetmiş olanlarda olduğu gibi, nezredene bir munzam yükümlülük getirmektedir: “Sonra tıraş olmak, temizlenmek gibi işlerini görsün, adaklarını yerine getirsinler ve Kadim Ev’i tavaf etsinler”[5]
İtikâfa çekilme de nezir olunabilirdi. Ayrıca nezir yoluyla bir kimse yakınlarını da bağlayabilirdi. Bir anne, çocuklarının birinden dilediği bir şeyi elde edene kadar saçlarını taramamaya, gölgede durmamaya (Arabistan iklim koşulları)… yemin edebilirdi.
İyi dövüşen bir kimse için “nezrini veya (müteradifi) nahbını yerine getiriyordu” denir: “Müminler içinde öyle mert, öyle (kahraman) erkekler vardır ki Allah’a karşı olan ahitlerine sadık çıktılar. İşlerinden kimi ahitlerini tamamladılar. Kimi (tamamlamayı) bekliyor. Bunlar zerre kadar değişmediler”[6]
Nezir, adakta bulunan kimseyle tanrısal güçler arasında ilişki kuruyor ve bir “aht”in vecibelerini de beraberinde getiriyordu. Ahdi bozmak günah sayılıp kefareti müstelzimdir:[7] “… Kim ahdini bozarsa, öz nefsinin zararına bozmuş olur. Kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah da ona büyük ecirler verir”[8]
[1] YTS
[2] EB, mad. “vow”.
[3] EB, mad. “Nazarite”.
[4] Yunus Suresi, X/22. Keza bkz. Ankebut S., XXIX/65
[5] Hacc S., XXII/29.
[6] Ahzab S., XXXIII/23.
[7] J. Pedersen.- Nezir, in İA.
[8] Fetih S. XLVIII/10.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.