Kültür Eserleri > THKK 2/A - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > 51. Bölüm

W.Ruben dini olayların siyasi içeriğini nasıl açıklıyor *

“Bana masal tefekkürünün çok eski bir kaynağı işte orada (Hindistan’da) mevcutmuş gibi gelmektedir. Orada üç kıtanın kervanları buluşuyorlardı ve yine eski olan ve şimdiye kadar yalnız pek zayıf bir surette tanınabilen, hâlbuki eserlerini ve izlerini Yunanistan’da, Hindistan’da, dört dünya çağı nazariyesinde, mehdi mefhumunda, ahlâkî düalizmde ve sonra dervişlik ve nikbinlikte, ruhbaniyette, nefsi fedada, ebedî bir şahsî ruha ve onun halâsına inanda gördüğümüz din tabakası merkezinin mevcut olması muhtemel bulunan bu yerde masal tefekkürü menşelerinin de bulunması akla uygun gelmektedir. Hemen hemen tahminen aynı zamanda buradan fakirlerin peygamber dini Hindistan’a, Ön Asya’ya ve belki de Yunanistan’a yayılmıştır ve bunlar prehistuar menşelerinin Attis delikanlısı hakkındaki tazallümlerde bulunması muhtemeldir. Bilhassa nihayetsiz istilâ dalgalarına uğramış Ön Asya’nın binlerce sene uzunluğunca ezilen köylüleri bu delikanlının matemini tutmuşlardır. Bu tazallümün İslâmî şeklini ben Hüseyin hakkındaki matemde görmekteyim. Hindistan’ın tarihî devirlerinin başlangıcında Ari’lerin istilâsı vuku bulmuştur. Bilhassa bunlara ait harp arabaları ile (antik tanklar) Hindistan’da, Ön Asya’da ve Yunanistan’da istilânın dehşetini hissettirmişler ve böylece Yahudi ve Hristiyan peygamberliği, Zerdüştlük, Manihaizm, Buddhism ve Vishnuism kisvesiyle bir halâskâr dinin doğmasına yardım etmişlerdir”.[1]

Bu sözleriyle Prof. Ruben dinî hadisenin siyasî içeriğini açıklarken asıl, siyasî hadisenin dinî hadise şekline büründüğüne işaret etmiş oluyor. Bu, bütün kitap boyunca önemle üzerinde duracağımız bir husus olacaktır: tarikatların, Rafızî-itizalci fırkaların toprak mülkiyetiyle olan ilişkileri. Yukarıdaki “halâskâr din” insanlara toprak sağlayan, dolayısıyla yaşama olanağını teminat altına alan dindir. Son tahlilde mehdi de bundan başka bir şey değildir. “Necat” dahi, toprağı insanların elinden alanlardan kurtuluşun bir başka adıdır.

Şia’nın islamın asli tebliğine eklediği fikirler *

İlerde tekrar değineceğimiz gibi Şia’nın İslâm’ın aslî tebliğine eklediği ilk fikir, insanda ve özellikle Ali ve ahfadında vaki tanrısal tezahüre olan inanıştır. İşbu “İlâhî ışık”ın sahibi, topluluğun İmam’ı olmaktadır. Ancak ona intisap ederek mümin kendini kurtarabilir.

Şia’nın eklediği ikinci fikir passion veya bilvekâle çekilen azap kavramı olup bu da mezkûr mezhebin ruh haletini tayin eder. Gerçekten, fikri müşahhas hale sokan da Ali’nin katli olmayıp Kerbelâ “facia”sıdır. Hüseyin’in ölümü bir gönüllü kurban olarak telakki edilmiştir: onun çektiği ıstırap sayesinde mümin Cennet’e girmektedir (İsa…).

Bir müdahale yardımıyla necata vasıl olma fikrinin, Muhammed’in tebliğ ettiği İslâm’a ne kadar yabancı olduğunu ısrarla vurgulamak yerinde olur:[2] ilerde tekrar edeceğimiz gibi Ali, hiçbir zaman “Alevî” olmamıştır!…

“Üç akraba dinde[3] müşterek inanç, zamanların sonunda, dünyadan yok olmuş olan Nizam ve Adalet’i iade edip ölümsüzlük ve sonsuz mutluluğun hâkimiyetini tesis edecek olan bir doğaüstü varlığın ortaya çıkışıdır”[4]

Birkaç Arap taburu İran’ı istilâ etmiş, hiçbir millî mukavemetle karşılaşmamıştı. Halk, mücadelesiz teslim olmuştu; dahası, yeni dini, herhangi bir baskı olmadan tam ittifakla kabul etmişti. Arap’lar, taassuplarına rağmen Kuran’la kılıç arasında bir seçime zorlamayıp bir üçüncü şıkkı ileri sürmüşlerdi: halifelerin, kasalarını doldurmak üzere tercih ettikleri haraç toplama şıkkını. O ise ki halk, İslâm’ı kabul etmekle bu vergiden muaf olacaktı. Kuran’ın başarısı Arap maliyesini korkuttu ve bu keyfiyet birçok yeni Müslüman’a Allah Peygamber’i bir Resul olarak değil de sanki bir vergi mültezimi olarak göndermiş gibi geldi. Ama İslâm bir şey, Arap’lar da başka şeydi…

Arî’lerin ve bilhassa İranlıların gözde efsanelerinden birinin kökeni, gece ya da bulut tarafından örtülmüş güneşin yeniden görüneceği doğal mitosu olup işbu parlak kahraman, aslında ölmemiş, sadece uykuya yatmıştır ve bir süre sonra muzafferane geri dönecektir…[5]

Döneceğiz Mehdi konusuna.

Biz buraya kadar bu “toprak meselesi”nde, insanoğlunun doğayla mücadelesi kısmını ele aldık. Önce toprak vereceğini versin, o verdiğini pay etme işini sonra, bu cildin ikinci bölümünde tetkik mevzuu yapacağız. Bu nedenle Ana Tanrıça’nın eteğini tutmayı biraz daha sürdüreceğiz.

Hünsa (androginous) Kybele, efsaneye göre topraktan çıkmış ve çok sayıda eril uzuvdan da bir badem ağacı doğmuştu; meyvelerinden Sangarios suyunun kızı Nana yiyince Attis’i dünyaya getirmişti. İlkbaharda, Kybele’nin hadım edilmiş rahiplerinin erkeklik uzuvları Tanrıça’ya vakfedilip bunlarda mündemiç, hayat gücü ile doğanın verimliliğini artırma amacı güdülmüştü. Benzer bir muciple bir çam ağacına yün kurdeleler sarılır, menekşelerle süslenir ve ağaçta varlığı farz olunan hayatiyetin timsali olarak da Attis’in bir resmi asılırdı… Şu halde, bağlanan kurdele ve sair bezler rahiplerin mezkûr erkeklik uzuvlarının sembolü olmaktaydı. Karşımıza bu kez de çiçek olarak çıkan menekşe, bahar çiçeği olma dışında belki de, rengi itibariyle, pıhtılaşmış kanı da sembolleştirmiş olabilir. Zaten menekşenin, Attis’in kanından meydana geldiğine de ayrıca inanılmış.[6]

Büyük ana adına yapılan şenliklerde müritlerin cinsi uzuvlarını kesmeleri *

Suriyeli tanrıça Hierapolis’li Astarte’nin yine Galli tesmiye edilen rahipleri İlkbahar Şenlikleri’nde davullar, düdük-zurnalar ve canhıraş bağırmalar arasında kollarını çizip birbirlerini kamçılarlardı. Birçok delikanlı böylece cinnet haline gelip elbiselerini yırtıp erkeklik uzuvlarını kendi elleriyle keser, kesilmiş uzuvlarını sallaya sallaya kent içinde koşuşurlar ve bunları herhangi bir eve atarlardı. Buna karşılık da bunlara o evden kadın giysi ve süs eşyaları verilirdi. Büyük Ana’nın hüküm sürdüğü Phrygia, Suriye, Lydia, Kappadokya, Pontus ve Galatia gibi ülkelerde bu gibi vecd içinde, ihtiraslı, hiçbir itidali olmayan sahneler senelik Şenlik’lerde hep görülürdü ve cinsî uzuvların kesilmesi müritlere Tanrıça ile tam bir ayniyet haline gelme olanağını sağlama amacına yönelikti.

Aramî feylosof Urfa’lı Bardaisan (152-222), Dea Syria’nın büyük kült merkezi olan Urfa’da kral Abgar’ın, tanrıçaya tapma ayininde yer alan kendini hadım etme uygulamasını yasakladığını, kendini iğdiş edenlerin elinin kesileceğini ilân ettiğini bildiriyor. Ama bu uygulama yine de devam etmiş olmalı ki V. yy.da bile Edessa piskoposu Rabbula, bir kilise nizamnamesinde bunu tekrar yasak etme gereğini duyuyor. Bu gibi “söküp atma”lar Marcionit’ler arasında görülüyorsa da bu, Gnostic’lerin beden ve zürriyetten teneffürlerine bağlanmaktadır. Yine aynı iğdiş etme fiili Hierapolis (Pamukkale) de Dea Syria kültünde görülüyor.[7]

Semâ’da da aynı amacı az çok görüyoruz. Onda da çalgı var, kendinden geçip giysilerini yırtmak, bağırıp, çağırmak, birbirini kucaklamak… var.[8] Mevlana, işbu “ayniyet”in temini için bazı uzuvlarını “kurban etme”ye kıyamadı…

Phrygia ve Küçük Asya’nın sair yerlerinde bu gördüğümüz histerik cinnete Mezopotamya’da rastlamıyoruz. Keza Girit ve Helenistan’da da Tanrıça’nın kültü nispeten ağırbaşlı, itidalli, sakin ritüellere sahne olurdu. Ama Trakya-Phrygia etkisi kendini buralarda duyurunca şekil tamamen değişti. İlerde konularımızla ilgili olması itibariyle de Roma Pantheon’una kuzey Suriye’den ithal edilmiş Dea Syria, Atargatis ve sevgilisi Hadat kültü de phallus sembolleri, hadım papazları, kutsî fahişeleri ve sair edep dışı tabiatlı rituslarıyla yukarıdakinden farklı görünmüyor. Balıklar ve güvercinler bu tanrıçaya adanmıştı: denildiğine göre kendisi balığa, kızı da güvercine dönüştürülmüştü.[9]

Ana tanrıçanın sevgililerini hayvana dönüştürmesi *

Mitoslar, her tarafta Ana Tanrıçaların sevgililerini, bazen de onlarla beraber kendilerini, hayvana tahvil etme örgeleriyle doludur. Böylece varlıklar silsilesi de tevellüt edecektir. Hitit’lerde Atmacalı Tanrıça mitosu Lydia’da, Etrürya’da izlenir. Maraş dikilitaşında mezkûr alıcı kuşla görülen tanrıça bir Ana Tanrıça olup elindeki kutsal atmacadır.

Buna benzer Atmacalı Tanrıça’lar tipi oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Kartal, Şahin ya da Atmaca olarak, sadece bir alıcı kuşa bağlı olmayıp bizatihi kendisi bir kuştur. Kültünün önemi muhtemelen doğancılıkla ilgilidir: avcı kuş olarak alıcı kuş kullanılmasına Kappadokya, Efes, kuzey Suriye ve Etrürya’da rastlanıyor.[10]

Hadramut (güney Arabistan)ın balıkla beslenen “Kadim Halkı”na (Ichthyophagist) ait bir masalda bir Nereid (deniz perisi) sevgililerini önce balığa dönüştürür, sonra yeniden denize atarmış; ama sonunda da onları insan şekline iade edermiş. Siren’lerin müşabih masalını hatırlatan bu mitos bize tabiatı suyla ilgili (aquatic) ve sevgilileri balık olan bir yerel Ana Tanrıça’yı gösteriyor.[11]

[1]              W. Ruben –op. cit., s. 239.

[2]            G. E. von Grunebaum.- op. cit., s. 85-6, 90-1.

[3]              Musevîlik, İsevîlik, Din-i Muhammedi.

[4]              J. Darmesteter.- The Mahdi. Past and present, London 1885, s. 2.

[5]              ibd., s. 11, 23 ve R. N. Frye.- The heritage of Persia, London 1976, s. 276.

[6]              E. O. James,- Le culte de la déesse – mére, s. 182, 189.

[7]                H. J. W. Drijvers.- Cults and beliefs at Edessa, s. 77.

[8]              Bkz. C. I, s. 877-9.

[9]              E. O. James.- op. cit., s. 200-1.

[10]             J. Przyluski.- op. cit-., s. 92. Ayrıca bkz. C. I, s. 554-6.

[11]             J. Przyluski.- op. cit., s. 93.

( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.