Ama simyagerin cıva simgesi olarak gördüğü tek hayvan horoz değildir. Kuğu da renk ve hareket kabiliyeti bakımından onun gibidir. O dahi bir mistik odak, mukabiller (su-ateş)’in birleşmesinin ifadesidir; böylece de iki cinsiyetli tipin enmûzeci değeri tezahür etmiş olur.
Her yerde, bu arada Küçük Asya’da, büyük bir mitos, gelenek ve şiir topluluğu, afif, lekesiz, beyazlığı, kudret ve zarafetiyle bu kuşu ışığın bir canlı epiphany’si haline koymuştur. Bununla birlikte iki beyazlık bahis konusudur: ilki günün, şemsî ve eril, diğeri gecenin, kamerî ve dişil. Kuğunun bunlardan herhangi birini tecessüm ettirmesiyle sembolü farklı bir yöne sarkar. Bölünmeyip de bazen olduğu gibi her ikisinin sentezini üzerine almaya kalkarsa her iki cinsiyetli (androgynal) ve mukaddes sırla en çok yüklü olanı haline gelir.
Buriat’ların bir ünlü öykülerinde avcının biri ıssız bir gölde yıkanan nefis üç kadın görür. Bunlar aslında suya girmek için tüyden elbiselerini çıkarmış kuğulardan başkası değillerdir. Avcı, elbiselerden birini yavaşça alıp saklar ve böylece de kadınlardan sadece ikisi kanatlarına kavuşup uçabilir. Avcı, üçüncüsünü zevce olarak alır ve ondan on bir oğulla altı kız sahibi olur. Ama bir gün ‘kadın” kanatlarını bulur ve şunları söyleyerek uçup gider: “siz dünyevî yaratıklarsınız ve dünya üstünde kalacaksınız; ama ben, buradan değilim, gökten geldim ve oraya dönmeliyim. Her sene ilkbaharda, bizi kuzeye doğru geçer gördüğünüzde ve her güzde, güneye indiğimizde, geçişlerimizi özel ayinlerle kutlayacaksınız”.
Buna benzer bir öykü az çok bütün Altaylı uluslarda bulunur; ancak bazılarında varyant olarak kuğunun yerini yaban kazı almıştır. Bunlarla daha önce anlatmış olduğumuz “Fethiyeli balıkçı Selim ile fok balığı” hikâyesinin[1] tıpatıp uygunluğu gerçekten dikkati çekiyor.
Bütün bu Altay rivayetlerinde, göz kamaştırıcı ve “lekesiz” güzelliğe sahip ışıktan kuş, su ve toprak -göl ya da avcı- tarafından ilkah edilip, insan neslini tevlit edecek olan semavî bakiredir. Burada Mısır’ın Dünya-Göz hiérogamie temsiliyle buluşmuş olunuyor.[2]
İrk Bitik’te “Bir adam harbe gider. Yolda atı kuvvetten düşer. Adam bir kuğuya rastlar. O da onu kanatları üzerine oturtup havalanır ve ana ve babasına götürür…”[3] Türk’lerde geçici kuşların, kaz ve kuğuların hâsıl ettikleri rüzgârdan söz edilir.[4]
Ancak bütün bu rivayetler, kahramanın, birbirlerine çok yakın olan kuğu veya kaz olması itibariyle fark ederler. “Kuğu”nun Moğolcası kung, “kaz”ınki gala’un olup Almanca Gans, İngilizce goose ile birlikte bunlar bir evrensellik arz ediyorlar. Grek κύκνος da kuğu oluyor. Leda’nın, kendini kaza dönüştürüp kaçmasından sonra Zeus’un nasıl kuğu kılığına girip emeline nail olduğunu biliyoruz.
Radlov’un tasvir ettiği bir tipik şaman meclisinde adam, ayinin başında ona hizmet edecek ruhlardan istiane eder, sonra Yurt’un dışına çıkıp kaz şeklinde bir bostan korkuluğuna biner. Uçuyormuş gibi ellerini çırpar. Kazla birlikte göğe yükseldiğinden gerçekten onun üstünde uçar…”[5] Böylece de kaz, şamanın yardımcı ruhlarından olmaktadır. Gerçekten Altay şamanının ayini sırasında kullanılan araçlar arasında, boynuzlu külah ve sair giysilerin yanı sıra davul ve bir kaz sureti bulunur. Sözde göğe çıkışında binek olarak bu kazı kullanır ve ona hitaben bir takım afsunlar okur ve bunları kaz adına yine kendisi yanıtlar.[6] Fot. 61’de, başlar üzerinde kazların bulunması dikkati çekiyor. Ortadaki, hayat ağacı olması melhuz bitkinin etrafında bulunması, Buddhist doktrininde de kazın önemine işaret sayılır. Ve Kaygusuz Abdal:
“Bir kaz aldım ben karıdan “Sekizimiz odun çeker
Boynu da uzun borudan Dokuzumuz ateş yakar
Kırk abdal kanın kurutan Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynatırım Kırk gün oldu kaynatırım
kaynamaz” kaynamaz”
……. ……
“Suyuna biz saldık bulgur “Kaygusuz Abdal n’idelim
Bulgur Allah deyü kalkur Ahd ile vefa güdelim
Be yârenler bu ne haldur Kaldırıp postu gidelim
Kırk gün oldu kaynatırım Kırk gün oldu kaynatırım
kaynamaz kaynamaz”[7]
Dede Korkut Kitabı’ndaki mecazlar arasında sık rastlanan bir genç kız ya da kadın “kaz’a müşabih” olarak gösterilir. Kaşgarlı da bu konuda epey ilginç şeyler anlatmış. Kulak verelim ona: “Kaz, Afrasiyâb’ın kızının adı(dır). Kazvin şehrini bu kurmuştur. Aslı “Kaz oynı”dır. Çünkü Afrasiyâb’ın kızı orada oturur, orada oynarmış. Türk’lerden bir takımları, Türk ülkesi sınırını Kazvin’den sayarlar; Kum şehri de sınır sayılır. Çünkü kum kelimesi Türkçedir. Afrasiyâb’ın kızı burada avlanırmış. Bir takımları da Türk sınırının Merveş-Sahıcan’dan başladığını söylerler. Çünkü Kaz’ın babası ilan Tonga Alp Er, Afrasiyâb demektir; Merv şehrini yapan zattır. Afrasiyâb burayı, Tahmures tarafından şehrin iç kalesi yapıldıktan üç yüz sene sonra kurmuştur. Bir takımları da bütün Maverraünnehr’in (Çayardı’nın) her tarafını Türk ülkesi saymışlardır. Bu, Yenkend’den başlar. Yenked’in bir adı da Dizruyin’dir, -sarılığı dolayısıyla- “Bakır Kale” demektir. Burası Buhara’ya yakındır. Afrasiyâb’ın kızı olan Kaz’ın kocası Siyavuş burada öldürülmüştür. Ateşe tapanlar her sene bir gün buraya gelirler, Siyavuş’un öldüğü yerin yöresinde ağlarlar, kurbanlar keserler. Kurban kanını mezarın üzerine dökerler. Görenekleri budur. Bu görüşün tanığı bütün Maverraünnehr’den (Çayardı’dan), Yenked’den Doğu’ya kadar Türk ülkesidir. Semerkand’a “Semiz Kend” denir… Kaz Suyu, Ila-Ilı deresine akan büyük bir çay(dır). Bu adın verilmesinin sebebi, Afrasiyâb’ın kızının bunun kenarında bir kale yaptırmasıdır…”[8]
Kaz’ın oynadığı yer ayrıca vurgulanmış…
“Manas şehrine akan Manas nehrinin başlarında çok yüksek tepeler vardır. Kaz Dağı denilen bu dağın balta girmemiş çam ormanlarıyla kaplı olan kuzey tarafına Manas nehri, batısına, Golça tarafına, destan kahramanı Tunga Alp (Efrasiyab)ın kızı Kaz’ın adını taşıyan Kaz (Kas, Kaş) nehri akmaktadır”.
“Kazın Türk’lerde bir güzellik sayıldığını, Dede Korkut Kitabı’ndan başka yerde de görüyoruz. Radlov’da bulunan bir manzumede, Kızıl’ın düğün türküsünde şöyle denilmektedir:
“Qas paradı qayırap qanat altın yel tolgan
qan qudaydın qosqan qızıma qurqan togas körim
Qu paradır qunurup qurgan altın yel tolgan
Qudaydın qosqan qızıma parıp togas körim”
“Kaz gaklayarak geliyor, kanadının altına rüzgâr giriyor; Tanrı’nın bana kısmet ettiği kıza gideceğim. Kuğu öterek geliyor, rüzgâr onun kanatları altına giriyor; Ben Tanrı’nın bana kısmet ettiği kıza gideceğim”.
“Burada kızın kaza benzetilmesi onu küçük düşürür, sayılmıyor”.
“Kızların, gelinlerin kaza benzetilerek övülmesi, doğuda Arap’lara kadar uzanmaktadır. Kaz, evlilik sadakatinin, evcimenliğin ve ideal vücut güzelliğinin – uzun boyun, geniş kalçalar – örneği itibar ediliyor. Bazı kabilelerde, kadın evlenirken erkeğine “ben senin kazın olacağım” diyor”[9]
İda (Kazdağı) Sarı Kız efsanesinde bu kızın bir Kaz-Kız olduğu anlaşılıyor. Şiî’lerce Cebrail’le bir tutulması, bunun dahi Büyük Semavî Horoz’a teşbihi itibariyle Selman-ı Farisî bu hikâyede Horoz’u temsil etmiş oluyor. Böylece de bir Kaz-Horoz çifti ile karşılaşmış oluyoruz. Kızın “sarı”lığına gelince, daha çok söz edeceğiz bundan.
[1] Bkz. C. I, s. 596.
[2] J. Chevalier et A. Gheerbrand.- Dictionnaire ve J.- P. Roux.- Faune, s. 348-9.
[3] J.- P. Roux.- ibd-, s. 142.
[4] ibd., s. 163.
[5] ibd., s. 143.
[6] Köprülüzade M. Fuad.- Influence du chamanisme Turco-Mongol sur les ordres mystiques musulmans, İst. 1929, s. 18.
[7] S. K. Karaalioğlu.- Türk edebiyatı tarihi. Başlangıçtan Tanzimat’a, İst. 1973, s. 441-2.
[8] DLT, III/149-151.
[9] O. Şaik Gökyay.- Dedem Korkudun Kitabı, İst- 1973, s. CCXXXI ve dev.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.