Şimdiye kadar hep bakire olarak taptığımız Tanrıça’yı artık evermenin zamanı geldi. Bunu ön Asya’dan itibaren Hindistan’a kadar, özellikle Küçük Asya’daki kültünün hikâyesiyle beraber yapacağız.
Phallus sembolizmi kesinlikle Tanrıça kültünün prehistoryasına dayanır. “Büyük Tanrı” yaprak dökümü şeklinde tecessüm ederdi ama özellikle doğanın kendini yenilemesine riyaset ederdi; gerçekten, bitkisel âlemin zeval ve ölümü, onun baharda yeniden canlanmasının mukaddimesiydi.
Phallus sembolizminin prehistoryasına dair bilgiler arasında Filistin mesolithik’inde (M.Ö. 8000 civarı) Karim Shahir yerleşme merkezinde, orak ve iki dişli tarla belinin yanı sıra çakmak taşından, iyice belirgin olarak yontulmuş bir phallus’un da bulunması zikredilir ki eril güç kültünün başlamış bulunduğuna işaret sayılır.[1] Keza aynı ülkede, Magharet el-Wad’da, aynı şeyin ele geçmesi,[2] keyfiyeti teyit eder.
Bütün bu mülâhazalarda Hint’e, ara sıra da Orta Asya’ya kadar uzanıp Çin’i ihmal etmemiz aslında büyük bir nakısadır: dünyanın sayılı eski ve büyük uygarlıklarından birinin sahibi olan bu ülkenin de bu konularda çok söyleyeceği bulunduğundan şüphe yoktur. Elimize ancak sınırlı miktarda malzeme geçirebildiğimizden bunları şimdilik kısaca özetlemekle yetineceğiz.
Eril ve dişil cinsî enerjiler sırasıyla yin ve yang ile ifade edilir. Tao hadsinin en önemli veçhelerinden biri, hiçbir olayın kendini aynen tekrar etmediği olup bir diğeri de bu vâsi ağın hiçbir türlü değişmediğidir. Sanatta bu Tao’nun en güçlü ifadesi, suyun oyduğu çukurluk ve deliklerle dolu burulmuş taş olup bunun şekli hiçbir zaman kendini tekrarlamaz. Bunlardan bazıları dağ ve vadi manzaralarını andırırlar; bazıları da bunların iç işaretleri dolayısıyla toplanır. Taş ile balçık, arzın künhü, cevheridir. Balçık, “yin toplayıcı” çömlekleri, ateş aracılığıyla yapmakta kullanılır; bazı taşlar kendi içlerinde başka güçlerin özünü de taşıyabilirler. Çin’de kır manzarası sanatı, (yukarda sözünü ettiğimiz) “bütün”ü sembolik olarak özetler.
Taaddüd-ü ezvacın (polygamy) temelinde, kavram olarak, kadının toprak hakkını simgelemesi yatar: kadın, toprakla çoğu kez bir tutulmakta ve böylece de toprağa tabii olarak tesahup etmektedir. Kadın, arz ve yin arasında derin temel ilişki gözden uzak tutulmamaktadır.
Erkek ve kadının cinsî uzuvları çeşitli isim alırlar; erkeğinkilerinin arasında “semavî ejder direk”…, kadınınkilerden de “pembe deniz kabuğu (shell)”, “alıcı çömlek”… zikredilebilir. Cima da “bulutların patlaması ve yağmur” şeklinde ifade edilir. Yang ile yin, kozmik trigramlarda mezc olurlar. Çeşitli sanat eserlerinde bulunan bu trigram’larla Selçuklu yapı süslemeleri arasındaki yakınlığı “İnşa Teknikleri” cildimizde uzunca irdeleyeceğiz.
Arz, en büyük yin enerjisi haznesidir. Bulutlarla sis, Gök nefes aldıkça ona doğru gelişirler. Horoz mantarına müşabih sarı fungus, Arz’ın yin’inin tecessümüdür. Bu itibarla sanatta bulutla fungus aynı çift helezon şeklini paylaşırlar; bu şekil ise yin akımlarının gezinmesini simgeler. Enerji gökten su halinde geri döner, yağmur şeklinde yağarak.
Yüksek dağ zirveleri Taoist’in gökün berrak yang havasını aldığı yerdir. Yine phallus şeklini haiz bir başka mantar da yang’ı tebellür ettirir. Geyik boynuzları yang mukavvi-i bahı (aphrodisiac)dır…[3]
Dönelim Ana’mıza ve artık… Baba’mıza.
Hierogamie’lerin temeli Gök Tanrı (Kök Tängri) ile Toprak Ana (Umay Ana)nın izdivacı olmalı. Asya’da gördüğümüz monogamy’yi Küçük Asya ve Ege’de pek bulamıyoruz. Zeus’un Toprak ve Buğday Tanrıçaları (Hera, Diana, Demeter, Semele, Persephone ya da Kore) ile birleşmesinde onun Gök-Tanrı rolünü benimsemiş olduğu sanısını veriyor. Her ne kadar Grek sitelerinde monogamy esas kanun idiyse de taaddüd-ü zevcat, “resmîleşmiş gayri meşruiyet” halinde devam ediyordu… Erkek unsurunun tevlit edici rolü artık kesinlikle kabul edilmiş, onun daha Mezopotamya’da, her türlü hayatın yaratıcısı Tanrıça’nın sadece hizmetkârı ya da oğlu olduğu günlerden beri.
Bunun dışında Dicle ve Fırat vadilerindeki tarımsal topluluklarda olduğu gibi, doğum kültü mevsim devirleri ve bitki kültlerine bağlandıktan sonra Toprak-Tanrıça, doğanın tümünün doğurganlık ve bereketini elinde tutar halde telakki edilmiş ve kendisine böylece de toprağın devri olarak yenilendirilmesi görevi yüklenmiştir, kış soğukları veya yaz kuraklığından sonra vaki olan yenilendirme. Bunun sonucu olarak çeşitli veçheleri olan, aynı zamanda maderâne ve bakirâne (virginal) karakteri haiz bir tanrıça şekline bürünmüş, Ninhursaga, Mah, Ninmah, İnanna, İshtar, Nintu veya Arurru isim ve sıfatlarıyla belirli bir tanrıça şekline. Böylece Sümer mitolojisinde, “toprağın anası” tanrıça Ninhursaga, Ninsikil-la, “tam saf” idi, ta ki, mahallenin çapkını yağmur ve akl’ın tanrısı Enki onu baştan çıkarana kadar. Ortaya kalabalık bir tanrısal zürriyet çıktı. Bundan böyle hatun Nîntu ama Kalamma, yani “günü gösteren, toprağın Hanımefendisi” olarak anıldı. Enki’yi kabul ettiğinde Dam-gal-nunna “prensin büyük zevcesi” ve verimli toprağın görünümü altında, yeni bitkilere gün göstermiş olarak da Nin-hur-sag-ga “dağın Hanımefendisi” unvanlarını aldı: doğa ilkbaharda, tepelerin mümbit yamaçlarında doğurganlık kabiliyetini izhar eder.
Tanrıça İnnin-İnanna-İshtar ile iki rakip, çoban Dumuzi-Tammuz ile çiftçi Enkimdu’nun öyküsünü tekrarlamayacağız.[4] Onun Tammuz’la düğünleri İsin’de her sene İlkbahar Bayramlarında, kıştan sonra doğanın hayatî güçlerini uyandırmak üzere, kutlanırdı. Kısaca Tanrıça’nın Tammuz’la birleşmesi, bitki devrinin bir ifadesiydi. “Kozmik suların sadık evlâdı” sıfatıyla Dumuzi-Tammuz esas itibariyle genç ve mustarip, ana-zevce’sinin madunu bir tanrıyı tecessüm ettiriyordu. Mevsimlerin tabii devirlerine göre ölür, adî fanilerin geri gelemedikleri karanlıklar ve ölüm dünyasına geçerdi. Ama İnanna’nın gönlü onu orada komaya elvermezdi…
Bütün bunlar eğlenceli sayılabilecek ritusların konusu olurdu. Sümer başbuğları da burada rol alırlardı. Ya kraliçenin bizzat kendisi, ya da bir rahibe ile “doğaya verimliliğini iade” ederlerdi…
Babilon bir başkent olup Tammuz’un yerini senelik Festival’de Marduk alınca krala esaslı bir görev düşer oldu: haylice karışık “abdest” rituslarından sonra Tekvin Kasidesi’ni dinleyecekti… Büyük rahip yüzüne bir tokat indirirdi…[5]
Akitu diye bilinen senelik Festival, Nisan ayının ilk on bir gününde icra edilirdi, yani ilkbaharda. “Nisan” adı da daha o günlerin bir yadigârı olarak kalıyor aramızda.
Nil vadisinde eğlenmeyeceğiz.
Filistin’in Anat, Asherat…ndan daha önce söz etmiştik. Bu ülkede esas roller Baal ve “Dağ’ın Hanımefendisi” tesmiye edilen kız kardeş-zevce’si Anat-Asherat tarafından oynanmaktadır. Hanımefendi’nin “Consort Prensi”, fırtına ve atmosferin tanrısı, kuvvet ve kudrete sahip mezkûr Baal’di. Fırtına, rüzgâr ve bulutları tecessüm ettirdiği, kudretinin yağmur yağması ve ürünün gelişmesine hükmedebildiği sabit olunca Tammuz’un muadili oldu. Onun da yeraltı dünyasında kaybolması yeryüzünde yine her şeyin olmasını intaç eder oldu. Bu itibarla, toprağı canlandıran gökyüzü suyunu tecessüm ettirdiğine göre “tarlaların saban izlerinin Efendisi”, “Toprağın Sahibi” idi.
Mantık, mitolojinin ana niteliklerinden değildir, tıpkı Puritan burjuva ahlâk telakkisinin olmadığı gibi. Tanrı El, biraz “zayıflamış” olduğundan “tüvana ve zarif” genç tanrının yardımıyla çocuk sahibi oluyor!… Ama bu rituslar açıkça icra ediliyor, hep olduğu gibi yaz başında: doğa, hiçbir surette aciz, yardımsız kalmak istemiyor, yaşamın devamı bakımından, İsrael’de de peygamber Elie, “tüvana” Baal’i alt edip Yahve’nin zaferini ilân edeceğine inana dursun.
Anadolu yaylasında Hitit site-devletleri “Büyük Kral’ın hükümranlığı altında olup kral, ordunun kumandanı ve en yüksek yargı mercii olmakla yetinmeyip baş rahip sıfatıyla dinî hâkimiyeti de elinde tutardı. O, Tanrıçanın “elinden tuttuğu” adamdı. Her ne kadar tanrısal bir varlık olarak kabul edilmemekteyse de doğaüstü güce sahip bulunduğuna inanılırdı: ruhanî reis veçhesiyle atmosfer tanrısının rakibi telakki edilirdi. Ana kraliçenin ölümünde, karısı olan kraliçe tavananna, yani Ana Tanrıça’nın rahibesi olurdu ve kralın yokluğunda niyabet makamını işgal edebilirdi.
Hitit’lerin Anadolu’daki en ünlü mabetlerinden biri, Hattusas kentinin (Boğazköy) hemen yakınındaki Yazılıkaya tapınağıdır. Burada birbirlerine doğru gelip ortada buluşan, biri tanrılar, diğeri tanrıçalardan mürekkep iki merasim alayı görülür. Maalesef kayalar bile zamana dayanamadıklarından birçok belirsizliklere rağmen bunlardan birinin, hiyeroglif yazısından tanrıça Hepatu (yani Hebat-Hepet, Hurri pantheonunun başlıca tanrıçası ve atmosferin tanrısı Teshub’un eşi) olduğunu anlıyoruz (fot. 52). Bir dişi pars veya aslan üzerinde ayakta duruyor. Sol elinde uzun bir sopa ve uzattığı sağ eliyle de ona yaklaşan ve sembolik işaretler şeklinde sunularda bulunan bir eril kişiyi selâmlıyor. Tanrıçanın arkasında, yine bir dişi pars veya aslan üzerine binmiş daha küçük, sakalsız bir genç duruyor. Onun da uzanmış sağ elinde bir sopa, sol elinde de çift balta var. Bu genç, muhtemelen Tanrıça’nın, Hurri adı Sharma veya Sharruma olan oğludur. Daha arkada Hepatu gibi giyinmiş ve aynı hareketi yapan fakat kanatları açık iki başlı bir kartal üzerinde ayakta duran iki tanrıça görülür. Bunlar, Arinna’nın Güneş-tanrıça’sının kızı Mazzula ve torunu Zintulu olabilirler.
Bu Yazılıkaya adını verdiğimiz mabedin esas odasının Ana-Tanrıça’ya tahsis edilmiş olduğunda şüphe yok. Diğer iç oda ise, mahdumu genç tanrınınki olmalı; kral, başrahip sıfatıyla buraya girebilirdi. Duvarlarda gördüğümüz bu kabartmalar, Tanrıça’nın Hitit atmosfer tanrısıyla kutsî izdivacının sembolik ifadesi olabileceğinden tahtta bulunan kralla kraliçenin, batı Asya’da mutat doğanın yenilenmesi rituslarını icra etmek üzere ilkbahar festivali sırasında Yazılıkaya’ya geldiklerini kabul edebiliriz. Birbirlerine yaklaşan merasim alayları, Yeni Sene’de vaki olup kutsî izdivaç rituslarına dâhil ritüel geçit resimleri olmalıdır; ayrıca boğa, atmosfer tanrısına refakat eden hayvan ve başlangıçta, mümbitliğe ilişkin işlevlerde onunla cem olması itibariyle ayinlerde bir insan-boğa’nın bulunması herhalde aynı anlamda olmalıdır.
Bütün Küçük Asya ve kuzey Mezopotamya’da öküz başına her yerde rastlanır. Mitoloji ve ikonografide Teshub’a daima iki boğa, Seri ile Hurri, Gün ile Gece, refakat eder ve bunlar onun arabasını çekerler. Bazen de Teshub, bir boğa üzerinde ayakta temsil edilir. Elinde yıldırımlar vardır: şimşekle yağmur, mümbitliğe bağlı olarak onun imtiyazındadırlar.
Boğa, hayat gücünü tecessüm ettirmesi ve bunun doğurganlıkla da ilişkisi bulunması itibariyle Tanrıça ve ineğin de görevlerine ortak olması, Yazılıkaya’daki kabartmalarda atmosfer tanrısıyla eşinin bacaklarının arasında temsil edilmiş olmasını izah ediyor, böylece de bu önemli tapınakta icra edilen ritus türü konusunda şüphe kalmamış oluyor.
[1] J. Duchesne-Guillemin.- Le croissant fertile, s. 114.
[2] W. F. Albright.- The archaeology of Palestine, Middlesex 1963, s. 63.
[3] Ph. Rawson and L. Legeza.- The Chinese philosophy of time and change TAO, London 1973, s. 7, 11, 17, 24-6.
[4] Bkz. C. I, s- 625.
[5] Konu, ilgimizi devam ettirecek
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.