Kültür Eserleri > THKK 2/A - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > 31. Bölüm

Toplumsal Normlar  Hareket Kurallarıdır *

Latince norma, marangoz ya da ressamın gönyesi, cetveli; ayrıca da kaide, model, biçim, örnek, numune, tip anlamlarına geliyor. Kelimenin norme (norm) şeklinde Fransızcaya geçişinin oldukça yeni tarihlerde vaki olduğu, birçok eski sözlük ve ansiklopedilerde bulunmayışından anlaşılıyor.[1] H. 1299 (1881)de basılmış Kamus Fransuvî’de Ş. Sami bey bunu “düstur-ül amel” ve “üs-ül harekât” (norme principale) şeklinde tercüme ediyor.

Gerçekten İçtimaî normlar, hareket düsturlarıdır. Herhangi bir davranış bunlara “vurularak” değerlendirilir, tasvip ya da tayyip edilir. Böyle olunca da bunlar bir toplumda “davranış ortalaması” sayılmayıp umumen kabul edilmiş, arzu edilen bir kültürel davranış tarifi olmaktadırlar.

Norm ayrıca onaylanan bir kültürel davranış *

Bundan evvel itiyat ya da standartlaşmış alışkanlıklardan bahsetmiş, sözün gelişi, muntazaman cuma namazına gitme eyleminin her zaman bir gerçek iman güdüsüyle icra edilmeyip bu davranışın çoğu kez bir “sosyal alışkanlık” olduğunu ifade etmiştik. Bu kere devreye “norm” kavramını sokunca buna meselâ “tasvip gören bir kültürel davranış” da diyebiliriz. Böyle olunca da, belli bir sosyal normun muteber olması nispetinde onda uygulama intizam ve sürekliliği görülür. Biz, bir dinî davranış misali verdikse de ticarî münasebetlerden futbol maçına kadar her yerde az çok standartlaşmış davranış ilkelerine rastlamak mümkündür. Bununla birlikte sırf bir tavrı hareket yeknesaklığı, mutlaka bir normu tazammun etmez. Mamafih önemli sosyal karşılıklı etkilerin büyük çoğunluğunun kısmen normlarla idare edildikleri de bir vakıadır.

Şümullü “âdet” ya da “itiyat” tabirleri, belli bir grup veya toplulukta, insanların yerleşmiş geleneksel ve herkesçe paylaşılan davranış kalıplarını ifadede kullanılagelmiştir. Bir “mutat” hareket şeklinden bahsetmek, bahis konusu hareketin geçmişin bir mirası olduğunu ve sadece menfaat sağlayan bir yol olmadığını ifade etmek demektir. İtiyatlar, kişisel “huy”ların basit bir kümesinin ötesinde bir şeylerdir. Bunlar daima içtimaî tasvibin zımnî desteğine mazhardırlar. Herhangi bir inhiraf, alaya alınmaktan sert mücazata kadar varan müeyyidelerin uygulanmasına yol açar; bunlar şürb-ü hamir eyleyenlere Bostancıbaşı’nın (bu arada kendisi dahi aynı “günah”ı işlerken) attırdığı sopadan Şeyh-ül İslâm’ın “tecdid-i iman ve nikâh ve ta’zir-i şedid” fetvasına kadar uzanır. Hele maazallah bu fiil bir de alenî nakzı siyam mahiyetini alırsa, vay fakirin başına geleceğe! Tabii, bütün bu işlerin “sosyal izafiyeti”ne hemen parmak basmak gerekir. Makarr-ı Hilâfet’te, devletin “âlî menfaatleri” gereğince “alenen nakz-ı siyam” eyleyenin katli vacipti. Köy ve kasabada ise Şeyh-ül İslâm kaim-mekanı Müftü efendi bu derece şedit davranmış olsaydı Devlet-i Alîyye hazinesine XVII. yy. sonlarında altı milyon akçelik iltizam mı girerdi?…[2]

Bütün bunlarla birlikte usullere uygunluğun takdirinde başvurulan standart’lar, mutat davranışlar için birer norm olmaktadırlar.

Ve mümasillerine sık rastladığımız bir gazete haberi: “Mardin’in Derik ilçesine bağlı Dumanlı köyünde bir süre önce kocasını terk ederek sevgilisi… ile kaçan… genç kadın, aile meclisince verilen kararla… idam edilmiştir… (kadın) Başkavak köyünde yakalanarak kocasına teslim edilmiştir. Jandarmanın kendisine teslim ettiği genç karısına verilecek cezanın belirlenmesi için aile meclisini toplantıya çağıran (koca) “karısının bu hareketinin cezasız bırakılmaması gerektiğini” savunarak idamını istemiştir. Yakın akrabaları… ile birlikte “idam kararı”nı alan (koca), genç karısını, kendisini aldattığı gerekçesiyle iple tavana asmıştır.”

“Yakalanan sanıklar suçlarını itiraf ederek ‘töremiz bu hareketin ölümle cezalandırılmasını istiyor. Biz de bu kararı infaz ettik’ demişlerdir”…[3]

Herhangi bir düşünce ürünü olmayan gerçek bir davranış kalıbı “folkway” *

Bir Amerikan tabiri olup da sair dillerde, İngilizce dahil, karşılığını bulamadığımız folkway, “aynı sosyal grubun mensuplarında müşterek düşünme, hissetme, davranış vs. şekli” olarak tarif edilmektedir.[4] Zaten kavramın isim babası sayılan W. Graham Sumner bunu “benzer sosyal ya da kişisel gereksinmeye münferit mukabelede tanzim edici fiillerin tekrarından doğmuş grup âdet veya itiyadı” olarak tanımlıyor. Bu itibarla folkway’ler gerçek davranış kalıplarıdır, genellikle bunlar herhangi bir düşünce mahsulü olmayan “deneme-hata” ayarlamasının sonucu olarak yorumlanmışlardır.

Dergâh-ı Muallâ tarafından icrasının mutlak surette zorunlu kılındığı (içerdeki uygulama şeklinin tahkiki kimsenin haddi değildir) ve belli bir sosyal tabakanın yüksek derecede önemli saydığı âdetler, yine aynı sosyal tabaka içinde kalmak kaydıyla genel tasvibe mazhar olup da bundan sapmalara karşı o zümre mensupları beyninde şiddetli tepkilere neden olanlar more olarak anlatılıyor İngilizcede. Bu dilde “kök” (Eski İngilizcede moru, more, havuç demek olup Almanca Möhre de yine aynı tüberkülü ifade eder) karşılığında olan more, bazı folkway’lerin iyice yerleşmesi, bunların gerekli, gerçek, faydalı ve elzem oldukları hususunda genel kanaatin oluşması sonucunda onların yerine bu adı alır. More’ların da izafiyetini belirtmeye çalışmış olmamız herhalde okuyucumuzun gözünden kaçmamıştır.

Sosyal zorunluluk olarak Normlar *

Normların, sosyal grup tarafından kabulünden doğan baskının, davranış üzerinde kesin sonuçları vardır. Kabil-i telif olmayan normlarla karşılaşan kişinin psikolojik tepkilerinden daha önce söz etmiş olduğumuzdan[5] bunun üzerinde ısrar etmeyeceğiz.

Bir normu düzgüsel (normative) kılan, onu, basit itiyat ya da tercihten farklı hale sokan zorunlu özellik nedir? Nasıl oluyor da insan, günlük hayatında aleyhine bile dönüşen bir davranış prensibinin meşruiyetini, ussallığını kabul ediyor? Sorunların yanıtı kolay ve kesin olmamakla birlikte normların, her an kendini tekrarlayan sorunları karşılama gereğinden doğdukları söylenebilir; bir toplumda kabul edilmiş inanç ve temel değerler esası karşısında, yaşayışı “geçiştirme”nin “en ucuz” yolu olmaktadırlar. “En ucuz yolu” lâfı, onu yazan için belki “ucuz” oluyorsa da amcasının oğlunun katilini “temizleme”yi işbu norm gereği sayan kişinin çektiği yirmi – otuz yıllık mahkûmiyetin ne kadar “ucuz” olduğu da ayrıca tartışma konusudur.

Norm çeşitleri *

Uygulandıkları beşerî faaliyet ve yaşama (experience) şart ve mahallerine göre birçok aslî normun varlığından söz edilir.

Özgül amaçlara varmanın etkili bir aracı olan teknik normlar (standartlar), o günün koşullarında fiziksel ve biyolojik olduğu kadar İçtimaî unsurlarla da uğraşmak yoluyla müessir fiili tarif ederler.

Hedef zatî zevk ve muhabbet arzularının tatmini olunca bu gibi normlar “hazcı” (hedonicήδονη = zevk) olarak nitelendirilirler. Birey, çeşitli zatî maksat ve itminan türleri arasında bir seçim yapma durumuna gelince, yapacağı seçimlere şahsiyetinin temamiyetini sağlayacak normlar rehber olacaktır. Meselâ “ye, iç, keyfine bak!”ın karşısına “her şeyde itidal” (ve de tıp) normu dikilecektir. Bunun gibi, uzun süreli amaçlar da, insanı o andaki hazlardan çoğu kez geri durmayı emreder.

Ama bütün bu saydığımız norm çeşitleri mütekabil toplumsal etkileri tanzimde nakıs kalabilirler. Ayrıca, az çok bütün kültürler, insan-üstü ve doğaüstü ile âdemoğlunun ilişkilerini düzenleyici norm’lar içerirler.

En kesin, kendilerine kuvvetle sarılınmış ve sosyal olarak zorunlu kılınmış, davranışı ayarlayıcı normlar da kurumsal (institutional) normlar olarak bilinirler; bunlar çoğu kez daha çocukluk yaşlarından itibaren bireyin toplumsal vicdanına “işlenmiş”lerdir. Bir sosyal sistemin mensupları arasında bir norm ne kadar “tutmuş”sa, buna uyma konusunda baskılar da o derece büyük olur.[6]

İç âlemdeki inançlar ya da duyguların şiddeti ve de bu yönde normlara riayet derecesi, açık davranış hallerinde olduğu gibi kolayca ölçülemez. Bu itibarla herhangi türlü “düşünce kontrolü” yürütmesinin güçlüğü derhal belirir. Kaldı ki bu konuda da belli tipleri iyice teşhis etmek gerekir: bir “günahkâr” her zaman “pişmanlık” derecesine getirilebilirken bir “Rafızî”, normun varlığına doğruca kasteder.

Normların meydana çıkışı ve bunların kabul edilmelerine bağlı koşul ve süreçlerin açıkça saptanması konusunda az çok mürekkep harcanmışsa da önümüzde kat edilecek daha çetin ve taşlı yollar var. Hattâ belki de bazılarının kökeni ebediyen meçhul kalacaktır. Herkes işi bir ucundan ele almakta. Böyle olunca da herkes haklı ve herkes haksız oluyor. Biz konuyu Engels’in bir sözüyle bitireceğiz: “Esaret ve benzeri işlere karşı genel sözlerle mücadele açmak ve bu gibi alçaklıkları bir üstün ahlâkî hiddetle ıslatmak gibi davranışlar ucuz şeylerdir. Maalesef burada sadece herkesin bildiği şeyler, yani bu kadim müesseselerin bizim bugünkü koşullarımıza ve bu koşulların bizlerde yarattığı duygulara artık tekabül etmediği tekrar edilir durulur. Ama bütün bunlar bu müesseselerin ortaya çıkış şekilleri, bunların devam ediş nedenleri ve tarihte oynadıkları rol üzerinde bize hiçbir şey öğretmemektedirler”.[7]

Dogmatik Dinler ve Mitolojik Dinler *

Hristiyanlık, Buddhism, İslâm gibi büyük evrensel dinlerin zuhuruyla birlikte yeni bir dinî temsiller şeklinin meydana çıktığını ve bunların bir ölçüde hâkim olduğunu görüyoruz: dogma. Bununla birlikte dogmatik dinlerle mitolojik dinler arasında kesin ayırım olduğunu sanmamalıdır; aralarında çok köprü vardır. Grek-Roma politheismi içinde eski menkıbeleri hazmetme, bir takım inançları felsefî terimlerle ifade, kısaca tasvirlerden kavramlara geçme gayreti görülür. Keza mysterion’lu dinlerde de gelişmekte olan bir dogmatik’e rastlanır: bir münci Tanrı’ya, saliklerin öldükten sonra dirileceklerine dair inançlar. Bunlara karşılık mitosların hükmünün yıkıldığının sanıldığı zamanda, mitoloji varlığını sürdürmektedir. Büyük evrensel dinlerde mitosu devam ettiren, daha çok dinin kurucusunun, İsa, Muhammed, Buddha’nın hikâyesidir; hattâ bu büyük kişilerin tarihî gerçekliklerinden dahi şüphe edilip bunlarda sadece mitoslar görme eğilimine bile rastlanmaktadır. Her ne kadar bu iddia şayanı kabul değilse de bu dinlerin kurucularının yaşamları hususunda halk muhayyilesinin haylice çalıştığı bir vakıadır.

Böylece mitosla dogma bir noktada buluşur gibi olurlar; ama sonuncusu ilkinin yerini alacak olup dinî temsillerin tek tipi olarak kalacaktır. Onu nasıl anımlamalı?

Dogma kelimesinin Greklerdeki anlamı *

Dogma kelimesi Grek’lerde iki manayı haizdi. Önce mülkî (senatus-Consultes) ya da dinî (Musa emirleri, İsa hikmetleri) idarelerce alınmış kararların tümünü ifade ediyordu. Bu manada dogma, davranışı hedef alıyor, nazarî düşünceyle ilgilenmiyordu. Ama ayrıca bir doktrin özeti, bir öğretiyi teksif eden düstur anlamına da geliyordu. Böylece de dogmada iki unsur beliriyor: evvelâ dogma, daha önce de söylediğimiz gibi, yukardan verilen bir karardır ve resmî din müessesesi ile itizal (heresy)nin sınırlarını çizer; saniyen akaide dair bir tembihtir; bir iman konusunu tanzim eder; akla hitap eder. M. Guignebert, “bir zaman ve bir ortamın bir iman sorunu üzerinde inançlarını ifade eden ve resmî din müessesesinin orthodox kaide olarak kabul edip icbar ettiği, ilâhiyata müteallik bir düsturdu” diyor. Ama aynı tarihçi bununla birlikte dogmanın “her şeyden önce bir içtimaî hadise” olduğunu da vurguluyor: o, “bütün müminlerin isimsiz ve körü körüne işbirliği ile teşekkül eder”. Şu halde tarihe olduğu kadar içtimaiyata da dayanır.

Bir iman kaidesi gibi ortaya çıkması, müminden teslimiyet ve sadakat talep etmesi itibariyle bir sosyal vakıadır. Ayrıca, bir müminler topluluğunu tarif etmesi nedeniyle de böyledir. Belli bir kültür ortamında oluşur.[8]

[1]              Ezcümle 1869 tarihli Encyclopédie du Dix- Neuviéme Siécle ve bunun müteakip Annuaire’lerinde; 1860-64 tarihli B. Dupiney de Vorepierre, Dictionnaire Français illustré et Encyclopédie universelle (4 cilt) de; 1841 tarihli A. Handjéri, Dict. Français-Arabe-Persan et Turc’de kelime yer almıyor. Keza EB ile ESS’de “norm” konusu işlenmemiş; buna sadece EA kısaca değinmiştir.

[2]              Bkz. C.I, s. 741.

[3]              Milliyet, 13.8.1978.

[4]              Webster’s New Twentieth Century Dictionaıy, 2nd.Ed.1959.

[5]              Bkz. C. I, s. 21, 22, 321.

[6]              R. M. Williams, Jr. — Norms. The concept of norms, in IESS.

[7]              Zikreden M. Panoff. — Ethnologie: le deuxieme souffle, Paris 1977. s. 5

[8]              R. Bastide. — Elements de sociologie religieuse, Paris 1947, s. 61-4.

( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.