Mitos, bütün insanlığın olduğu gibi, bizim amaç edindiğimiz eserin kökünde yatar. Başımızı nereye çevirsek onunla karşılaşırız. Bu bakımdan onun hakkındaki kuramsal mülâhazalar üzerinde biraz daha eğleneceğiz. Bunları bazen fazla “metalürjik” ya da “elektronik” bulacak okuyucularımız bağışlasınlar. Sırası geldiğinde, yürütmeye çalıştığımız mantık silsilesinin birçok hadiseyi nasıl kolayca izah etmeye yaradığını gördüklerinde bizi kınamaktan vazgeçeceklerini umarız.
Küçük Asya, “Sokrates’i hazırlayan” çocuklarıyla da bir tarihî felsefî nirengi teşkil eder: gerçek felsefî geleneğin banisidir, bunlar gelecekten haber verirler, kendilerini, Tanrı’dan aldıkları Kelâm’ı insanlara iletme görevinin sahibi sayarlardı.
Bunlardan çoğu da eserlerine Doğa üstüne adını koyarlardı. Aristo bunlara physiolog ya da fizikçi adını verirdi ama bu terimlerin ikisinin de, bizim bugün anladığımız mana ile herhangi bir ilgisi yoktu. Doğa o insanlar için, sahip ve efendisi olmak üzere insanın evvelâ tabi olduğu bir malzeme ve güç haznesi değil[1], sürekli olarak artan bir kudretti. Ölçü’ye gelince, bunların nazarında bir kem’î (nicel) işlemin sonucu olmayıp, kısımlarla tümü arasında bir dengelemenin ifadesidir; şu halde Ölçü demek, bedaat, ahlâk ve ilm-i vücut (ontoloji) demekti.
Evet, bu Sokrates-öncesi kişilerin çoğu Anadolulu idi ve geniş ölçüde doğu din ve felsefelerinin etkisi altında kaldıkları sanılırdı. Onlar da zaten, kendi “müspet” yönlerini, bu etkilere bağlarlardı. Bunları bugün eleştirenleri de ihtiyatla dinlemek maslahata uygun düşer şöyle ki bunlardan bir kısmı da felsefeden nasibi olmayan tarihçilerdir.
Bu Sokrates öncesi kişiler gerçekten batının ilk bilim adamları olmuş, bunlar ilk olarak mitosla akl’ı birbirinden ayırmışlardır. Bugün için artık (Batı’nın Grek tesmiye ettiği) Anadolu felsefesi, eşyanın tabiatına dalan bir rasyonel bilgi üzerine müesses ve insan muhayyilesinin ürünü yapay bir itibar oldukları ölçüde tabiata arkasını dönen mitos ve devlet theolojilerine karşıt olan bir tabii theolojiden ibarettir.
Ontolojik tefsirler işbu Sokrates-öncesi feylosofları hem bilgiye kin’e, hem de ölçüsüz bilgi gereğine gem vurmayı bilmiş, öğrendiklerini derhal yaşamayı arzulamış, hayatın düşünce ve bilgiye yaradığına inanmış[2] kişiler olarak tanıtmışlardır.[3] Bu görüşte olan Nietzsche farkında olmadan bugünün Anadolu adamını betimliyordu. Kendisine göre Sokrates ahlâkî insiyakların değerini inkâr ediyor, bilgiyi faziletin tariki olarak kabul edip açık seçik, bilginin bulunmadığı yerde kötülüğün hüküm sürdüğünü iddia ediyordu: “Gerçek Grek feylosofları, Sokrates öncesi feylosoflardır. (Sokrates’le bir şeyler değişir)… Anaximandres ve Heraklites tarafından vaz edilmiş, var olma künhünün değerinin büyük sorunu… Anaxagoras tarafından vaz edilmiş, onun amaçlarını saptayan zekâ’nın var olmadaki rolünün büyük sorunu. Elea Mektebi tarafından vaz edilmiş, vücudun varlığının ve hâdisenin tarifinin büyük sorunu”.[4]
Biraz yukarda Sırat’a ““aklı olanlar” akıl erdirememişler” demiştik. Bu “aklı olanlar” işte bu, mitosla akl’ı birbirinden ayırmasını bilmiş Anadolu’nun adamlarıydı. Bunlar, dünyanın patırtılı güçlerine alışık ve âdemoğlunu “ilk güneşin oğlu haline” irca etmeye çabalayan “İnsan-Tanrı”lardı.[5]
Bu “insan-Tanrı”ların ahfadı “âzâd olmak için harâb olmaya” hiç niyetli görünmemişlerdir. Ebedîliği “ahmak-tembel” olarak niteledikleri zümreye bırakmışlardır.[6] Ve de daima Tanrı’ya “Senin gibi ben de varım! Niçin “harâb” olacakmışım karşında?” diye sormak cesaretini her dem kendilerinde görmüşlerdir.[7]
“Yer benümdür gök benümdür arş benüm
Gör nicesi germüşem sayvânımı”
“Böyle bir sözü ancak Tanrı söyleyebilir. Zira yer, gök ve arş onundur. Fakat bu muhteşem mısraı bizim Yunus söylüyor. O Yunus ki, birçok şiirinde kendine “miskin” sıfatını verir ve bu sıfatla övünür…”
“Tanrı ile bir olan insan, elbette kendi içinde bir yücelik duygusu hisseder… Bizim Tanrı ile kendini bir hisseden insanın duygularını anlamamız bir hayli güçtür”.[8]
[1] Bacon’ın dediği gibi ‘Doğa, ancak ona itaat edilerek gemlenebilir”…
[2] Tarafımızdan belirtildi.
[3] J. Brun. – Les présocratiques, Paris 1973, s. 5-12
[4] in ibd.
[5] ibd.
[6] Bkz. C. I., s. 304, 873.
[7] Bkz. C. I, s. 894.
[8] M. Kaplan. — Yunus’un şiir dünyasında gezintiler, in Türk Kültürü 183, Ocak 1978, s. 154.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.