Halk Kültüründe bilmecelerin işlevi *
“Uzun ağaç başında “Uzun ağaç başında
Ulu bitiv bitidim Ulu kitap yazdım
Kensen oğlum kelgey dep Benim oğlum gelir deyip
Kensen turup salıladım Kendisini durup bekledim
(Ol karmak bile balıktır)” (O, olta ile balıktır)”
“Sen mende yoh “Sende bende yok
Sengir tavda yoh Dağda yok
Udlu taşda yoh Oyuk taşta yok (delik taş!)
Kıpçah’da yoh Kıpçak’ta yok
(Ol kuş sütüdür)” (O, kuş sütüdür)”
XIV. yy. başlarının mahsulü Codex Comanicus’un ihtiva ettiği bu bilmeceler daha da eski olabilir.[1]
“Zamanımıza kadar Türkler arasında bilmeceler kuvvetli bir gelenek olarak görülür… Çeşitli, genellikle uzak yerlerin bilmecelerinin karşılaştırılmalarında birçok benzerlikler göze çarpar. Bazı bilmece şekillerine hemen hemen bütün (Türk) diyalektlerinde rastlanır. Benzerlikler kültür sınırları aşıldıkça daha iyi belirlenir. Müslüman Tatar’lar veya Uzbek’lerde çok görülen bilmece şekline Doğu Sibirya’da yaşayan putperest Yakut’larda veya Altay dağlarındaki diyalektlerde rastlanıldığı gibi. Fakat bu eski ve sürekli gelenek en doğru şekilde ‘Codex Comanicus’ta kendini gösterir”.[2]
Düğün törenlerinde bilmece, önemli bir eğlence unsuru olmaktadır. İki tarafın bayraktarları[3] birbirlerine dinî konulu olanlarla başlamak ve sonra da “beylik”lerle devam etmek üzere bilmece sorarlar, yenik taraf, düğün süresince “aşağı” statüde kalır. Yani bilmece, basit bir vakit geçirme aracı olmayıp bir takım ritüel işlevi vardır. “Alevî geleneğinde olduğu gibi, daha gelişmiş biçimlerin de giriş (initiation) törenlerinde bir dinsel pratik öğesi haline gelmiştir”.[4]
Yeni bir bilgi edinme, bir süluk (initiation)un, “intikal ritusları” manzumesine dahil uygulamalar gerektireceği açıktır. Bu itibarla bilmece de, bir noktada, bir ritüel işlevi yüklenmiş oluyor. Onu çözemeyenlere, ister şakadan, ister (tarihî misallerinde olduğu gibi) son derece ağır bir cezanın verilmesi veya yenik düşenin onu kendi kendine vermesi, bunun bir “Tanrı adaleti” âleti (ordeal) olarak kullanılmış olduğunu gösterir. “Bazı bilmece metinlerinde, bunların bir zamanlar bir büyü usulünün parçası olduklarına, bazı şeyleri bilmenin koruyucu etki taşıdığına, bunları bilmemenin ise ölüm dâhil en büyük mutsuzlukları getirebileceğine dair bir inancın izlerine rastlıyoruz”[5]: “ya bunu bileceksin, ya bu gece öleceksin!”…
Nitekim bilmece sormanın üretimle (dolayısıyla verim) ilgili bağlantıları hemen dikkati çekiyor. Tütün toplama, mısır ayıklama, fındık kırma gibi işlemler sırasında “işi kolaylaştırdığı” gerekçesi[6] keyfiyeti izahta yetersiz kalıyor, zira onun yerine pekâlâ masal da anlatılabilir…
“Bilmece söylemek Türkmen’ler arasında, ritlerde ve geleneksel bayramlarda da yer alıyordu. Özellikle Mart’ın 22’sinde yapılan Nevruz bayramında bilmece söylemenin uğur getireceğine inanılırdı. Bu âdet o kadar yerleşmişti ki, köylüler “bilmece söyleme” yerine “Nevruz söyleme” deyimini kullanırlardı.[7] “İlk çağda açıkça büyüsel özellikler taşıyan bilmeceler, dinsel bir gizi öğretmek veya bir miti aktarmak yolunda kullanılarak dine katkıda bulunurlardı…”[8]
Bütün bu ifadeler bilmecenin mitos, intikal ritusları, üretim (ve dolayısıyla verimlilik), süluk ve yaşamın sair temel safhalarıyla yakın ilişkisini belgeliyor; böyle olmasaydı Samson’un düğün toyunda bilmece iddiası,[9] Roma’nın Saturnalia’larında bilmece symposium’u mu düzenlenirdi? Orta Asya’da Türk kızları, taliplerini bu “oyun”larla denerlerdi. Vedik zamanlarda, at kurbanı sırasında, rahipler birbirlerine bilmece sorarlardı.[10]
Bir hasıma bilmece sorulur, bilememesi onun madunluğunun bir ifadesi olup onu alî işlevden uzaklaştırma (hatta bazen canını alma) vesilesi olur. Hiram ile Süleyman’ın muammaları, Hyksos’ların güney Mısır krallarına, Samson’un genç Filistinlilere sordukları bilmeceler de bunlardandır.
“Gerek Brahman’larla ve gerekse Upanishad’larla bize, şekil itibariyle Eflâtun’un diyaloglarına benzetilebilen bir sıra münakaşalar intikal etmiştir. … Bir cedelci (eytişimci) bir diğerine bir sual sormakta ve cevabını almakta idi. Birinci, İkincinin artık verecek cevabı kalmayıncaya kadar tekrar sormakta ve sonra bir üçüncüsüne ve dördüncüsüne dönerek sorgularına devam etmekte, aldığı cevaplarla başka soracak bir şeyi kalmayınca, bu sefer ikinci, üçüncü ve ilâh… sualler tevcih etmekte ve bu suretle karşılıklı, birbirlerine sual soramayacak ve cevap veremeyecek bir hale gelinciye kadar münakaşaya devam etmekte idiler”.
“Kim en son olarak, ne sual soracak, ne cevap verecek vaziyette değilse o, mağlup farz edilirdi. Şu halde galip olan en çok bilendi…”.[11]
“Yine müritlerin fazılları rivayet ettiler ki: bir gün büyük bir bilgin Mevlana’yı görmeğe gelmişti. İmtihan yolu ile Mevlana’ya birkaç sual sordu: Yüce Tanrı’ya nefis denilir mi? Denilemez mi? Ona nefis denilebildiği takdirde ‘Her nefis ölümü tadıcıdır’ ayetinin (Kuran 111/185) manası ne olur? O alâmeti almayan Tanrı’nın şanına nefis ıtlakı caiz değilse, o halde İsa… niçin ‘sen benim nefsimde olanı bilirsin ben senin nefsinde olanı bilmem’ (Kuran V/2) buyurdu. Bu iki mana birbirine zıt görünüyor. Yine Tanrı’ya şey demek uygunsa o halde Tanrı niçin ‘Her şey mahvolur yalnız onun yüzü mahvolmaz’ (Kuran XXVII/88) buyurdu? Bunun üzerine Mevlana ‘senin nefsinde olanı bilmiyorum’un manası’…”[12] Geriden devam edelim.
“… Brahman’lar kabileden kabileye dolaşmakta ve kendilerine en kuvvetli ve en cömert prensleri patron olarak aramakta idiler. Ve… prensler kurbanları için en bilgili Brahman’ları aramakta idiler. Onun için Brahman’ın en iyisini bulmak maksadıyla ekseriya yukarda tarifini yaptığımız imtihanlar açılırdı… Bu imtihanlar, bazı milletlerin masallarında bugün bile görülen bilmece müsabakası usulüne istinat etmekte idiler. Yunanlılar da, Oedipus ile Sphinx’in bilmecelerinden bahsetmekte.[13] Edda’da dahi Odin ile bir dev birbiriyle bilmeceler sormak suretiyle mücadele etmekte ve cevap veremediğinden dolayı dev ölmektedir. Şu halde bilmece usulü doğrudan doğruya bir Hint-Avrupa âdetidir”[14]
Vardık yine öbür uca!… Bu vesileyle de Türkiye ile bu “uç” arasında uzanan bölgede gözlenen bir kültürel vahdetin sınırlarını özetleyelim. Gerçekten İran, Pakistan ve Türkiye’nin geleneksel köy-kır toplumları arasında bazı toplumsal benzerlikler oldukça belirgindir. Aile tipleri, bunların yapıları, akrabalık ilişkileri, doğum, sünnet, evlenme ve ölüm gibi intikal rituslarında akraba ve hısımların çeşitli görev taksimi; köy içinden, ya da Pakistan’da olduğu gibi “kast içinden” evlenme (endogamy); “kız kardeş değiş-tokuşu” tipinde evlenmeler; çapraz ya da paralel yeğenler arasında evlenmeler; oğlan çocuğa öncelikle itibar; erken yaşta evlenmeler; dul kalmış yengenin kayınbiraderle evlenmesi; düğün rituslarının ayrıntılarında benzerlikler… sayılabilir.[15]
[1] V.M. Kocatürk – op. cit. s.70-1.
[2] A. İpek (çev.) – Koman bilmeceleri ve folklor, in Folklora Doğru 21, Şubat 1972.
[3] Bu konular ayrıntılarıyla “İnanç ve Âdetler” cildinde anlatılacaktır.
[4] P.N. Boratav – İ. Başgöz.- Türk halk bilmeceleri, in Folklora Doğru 37, Aralık 1974.
[5] ibd.
[6] İ. Başgöz.- Türk bilmecelerinin fonksiyonları, in Folklora Doğru 37.
[7] ibd.
[8] Y.M. Sokolov.- Bilmeceler, in Folklora Doğru 38, Ocak-Şubat 1975.
[9] Bkz. Ahd-i Atik, Hâkimler 14/10-20.
[10] N. Akdeniz (“The Standard Dictionary of Folklore”dan çev.). – Bilmeceler, in Folklora Doğru 21, Şubat 1972.
[11] W. Ruben.- Eski Hint tarihi, s.58-61.
[12] Eflâkî.- Ariflerin menkıbeleri I, 3/176 (s. 290-1)
[13] Bilindiği gibi, bilmecesinin Oedipus tarafından çözüldüğünü gören Sphinx, kendini kayadan aşağı atarak intihar etmişti.
[14] W. Ruben.- op. cit.
[15] N. Erdentuğ.- Türkiye, Pakistan ve İran köy-kır toplumlarının karşılaştırmalı etnolojik incelemesi, in İran Şehinşahlığının 2500. Kuruluş, s. 131-4.
(* )Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.