Biraz önce sözünü ettiğimiz pehlivan, bahadır kız motifi üzerinde biraz eğlenmeye değer. Aslında masallarımızda kadınlar iki türlü faal rol alırlar. Biri doğruca masalın kahramanı olur, tebdil gezer, erkekleri yere vuracak kadar büyük bir fiziksel güç ve/veya silâh kullanma yeteneğine sahiptir, kimsenin yetişemediği bir süvaridir, ezcümle bir yiğit erkekte aranan vasıfları haizdir. Bunlara çoğu kez bir de üstün zekâ eklenir, “Bâciyân-ı Rûm”da olabileceği gibi…
Diğer tiptekiler, öykünün erkek kahramanının hemen yanı başında bulunur, bu sonuncusu ancak onun öğütlerini noksansız olarak yerine getirmekle hedefe ulaşabilir. Gerçekten Türk masallarında kadın tipleri değişik görünüm arz ederler: iffetli ve “biraz oynak” zevceler, cadı’lar, dev anaları, ayın on dördü gibi güzel kızlar, periler, sevgililer… Bunlar zevce; nişanlı, büyücü kadın, ana; kahramanın misafir olduğu evin kadınları, kızları; padişah karıları; sehhar kuşlar; kahramanın yardımına koştuğu adamın karısı; kahramanın kaynanası; devin kız kardeşi, anası; baldız ve “ermiş kız” olarak öyküye dâhil olurlar. Burada akıl verici rollerinin yanı sıra da bunu, üzerlerine özel bir dikkat çekecek kadar da sık yaparlar. Verdikleri öğütler hafife alınamaz zira bunların en küçük bir ayrıntısı ihmal edilecek olursa başarı ihtimali ortadan kalkar.
Kitab-ı Dede Korkutun Azerbaycan Türkçesiyle yazılmış bir nüshasında böyle bir kadın tipinin ünlü bir öyküsünü buluyoruz: Bayındır Han, çektiği yıllık ziyafetlerinde (toy, şölen) çocuksuz misafirlerin kara çadırlarda ağırlanmasını ve kara koyun etinden yemek verilmesini… emretmiş. “Tanrı” diyormuş, “çocuğu olmayanları lânetlemiştir”. Konuklar arasında Dirse Han’ın ne kızı, ne de oğlu varmış. Dolayısıyla bir kara çadırda ağırlanmış. Bundan son derece müteessir olup eve döndüğünde karısına çatmış ve kısırlığını başına kakmış. O da ona şu öğütte bulunmuş: “Bana kızmaktan vazgeç… Alacalı çadırını kurdur. At sürülerinden aygırlar, deve sürülerinden genç pohurlar, koyun sürülerinden koçlar kırdır. Etrafına Oğuz Beg’lerini topla!… Aç birini görürsen, doyur onu! Çıplak birini görürsen, giydir onu! Borçluları borçlarından kurtar!… Büyük bir şölen tertiple! Dua et! Tengri Gök’ün lütfuyla bize zürriyet versin!” Dirse Han, eşinin öğütlerini eksiksiz olarak yerine getirmiş. Açlar doymuş, çıplaklar giyinmiş, borçlular halâs olmuş. Şölen sırasında Beg’ler ellerini kaldırıp dua etmişler ve… hatun gebe kalmış: Dirse Han’ın neslini devam ettirecek olan Boğaç Han doğmuş.[1]
Bu vesileyle bir başka motife de değinmiş olduk: Türklerde doğurganlığı sağlama ziyafeti.
Türk masalının bu yavuz-bahadır kız öğesi bizi toplum içindeki kadın-erkek ilişkisine göz atmaya sevk ediyor. Konuyu fazlaca yaymadan özet olarak denebilir ki, her ne kadar kesin hüküm sahibi şahıs evin erkeği ise de yuvanın iç yapısının odağı annedir.[2] Bu keyfiyet, kentlerden köylere, ücra yaylalara uzanıldıkça giderek belirginleşir. Bunu, çok eskiden İstanbul’da dinlemiş olduğumuz bir Orta Anadolu hikâyesiyle vurgulayalım:
Adamın biri, komşu köyden genç bir kız almış. Düğün derneğin ertesi günü adam işine gitmiş, akşam geldiğinde kapının geç açılmasına, istediği suyun geç gelmesine, çizmesinin iyi çekilmemesine… çok hiddetli şekilde tepki göstermiş ve filân yerde karşısına çıkan dört haydudu nasıl asıp kestiğini anlatmış! Günler, evliliğin hiçbir tadını tattırmadan bu kabil zart zurtla geçer olmuş. Bundan iyice usanan ve yavaş yavaş kendini toparlayan gelin bir sabah, kocası gittikten sonra, sırtına bir erkek elbisesi geçirmiş, yüzüne bir mendil bağlayıp beline saldırmayı sokmuş, hayvana atlayıp dağda adamın yolunu kesmiş! “Ver bakalım cüzdanı, saati, kösteği de!…” Adam kuzu kuzu uzatmış hepsini. “Yat len sırt üstü!”. Yatmış. Kadın, cinsiyetini fark ettirmeden poturu sıyırıp kocasının yüzüne pislemiş! Akşam olup da adam eve döndüğünde, mutat edasıyla “yine karşıma dört kişi…” demesine kalmadan:
“Get, len, şurda yolunu kesmediler mi? Cüzdanı saati almadılar mı? Sonra da suratına sıçmadılar mı?…”
“Haaa!?…”
“işte o bendim!”
“Uyh anaam! Ben de bu gotü taniyom taniyom diye.
Türk masalının bu kuvvetli, becerikli, gözü pek, mücadeleci tipine “heter tipi” adı verilmektedir. Boratav bunu, mücadele sonunda başarıya ulaşması itibariyle, Keloğlan tipiyle kıyaslıyorsa da[3] berikinin kadın olması, bizce, bu karşılaştırmayı dengesiz kılıyor. Her ikisinin müşterek tarafı, genellikle düşük bir sosyal sınıftan gelmeleri, toplumun onlardan esirgediği mutlulukları, zekâ ve becerileri sayesinde elde etmelerindedir.
“Eski Yunan’da “hetaera” veya “hetaira”, bir erkeğin, meşru karısından başka arkadaşlık ettiği ve sohbetinde bulunduğu kadına denirdi… Genellikle çok akıllı ve kültürlü olan bu kadınlar, başka kentlerden Atina’ya gelerek, ticaret veya modellik gibi değişik işler yaparak hayatlarını kazanıyorlardı… Heter’ler çoğunlukla yabancı veya serbest bırakılmış bir esir kadın oluyorlardı; kaybedilecek bir toplumsal yerleri olmadığı için daha serbestçe ve diledikleri gibi hareket edebiliyorlardı. Erkeklerin meclisine rahatça girebilen heter’ler, çağlarının en ileri gelen kişilerin bile ilgisini çekmeyi bilmişler. Bunların en ünlüsü Miletus’lu Aspasia’dır. Aspasia, Atina’daki evini, Sokrates ve Perikles dâhil devrinin en seçkin kişilerinin toplanıp sohbet ettiği bir yer haline getirmişti[4]… Yunan toplumunda saygı duyulanın evli ve çocuk sahibi kadınlar olmasına rağmen erkeklerin zevk aldıkları kadınlar heter’lerdi… heter’ler saçlarını açık bırakabilirken, evli kadınlar bunu yapamıyorlardı…”
“Eski Yunan heter’leri, Müslüman ülkelerde karşımıza cariye olarak çıkar. Cariyeler de heter’ler gibi esir kızlar veya yabancı kadınlardı… Yunan, Roma ve Hint toplumlarından farklı olarak İslâmiyet’in hâkim olduğu toplumlarda, cariyelerin sosyal hayattaki yerini saptayacak bir kurum yoktu…”.[5]
Becerikli kadın, Türk masalında, çok sık kılık değiştirir. Meselâ “Fesleğenci kız” masalındaki kız, kısaca tanımladığımız heter tipini tamamen canlandırır.
Bu tarzdaki masallarda “sınıflar mücadelesi”nin çizgileri de, haylice belirgin olarak ortaya çıkar şöyle ki “üst” sınıfa mensup ana, oğluna “aşağı sınıftan” kız almayı kesinlikle reddeder (“Yaseminci kız” masalı). Ama heter tipinde olan kız, sosyal yapıyı aşabilecek güçtedir. Bu saydığımız iki masalda da Hindistan’ın sıcak kokusu vardır, örnekler artırılabilir.[6]
[1] J.-P.Roux.-Le festin de fécondité chez les Turcs, in Mélanges d’histoire des religions offerts à Henri-Charles Pııech, Paris 1974, s. 579-80.
[2] M. Glazer.- Women personages as helpers in Turkish folktales, in İ. Başgöz (ed.).- Studies in Turkish folklore, s, 98 ve dev.
[3] P.N. Boratav.- 100 soruda, s.89.
[4] Madame Récamier gibi.
[5] E. Erguvanlı.- Türk masallarında “Heter” tipi, in Boğaziçi Üniversitesi Halkbilimi Yıllığı, 1974, s. 18 ve dev.
[6] ibd.
(* )Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.