Kültür Eserleri > THKK 2/A - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > 14. Bölüm

Anadolu’nun üç büyük din tarihindeki yeri *

İnanç ve din konularına dâhil tariflere devam etmeden önce, çok önemli gördüğümüz bir hususu açıklamakta fayda mülâhaza ederiz. Tarihin, bugün devam eden üç büyük dininin beşiğinin Mısır-Filistin-Ürdün ve Arabistan yarımadası olmasına rağmen Anadolu’nun her üçünün tarihi bakımından bu derece önem arz etmesinin nedenleri üzerinde durmak gerekir. Gerçekten, Ahd-i Atik’in başı olan Kitab-ı Tekvin (Genesis), Nuh’un oğul ve ahfadının Küçük Asya ile yakın ilişkilerini uzun uzun anlatır (X). Bundan kısaca söz etmiştik.[1]

Tevrat ayrıca Sardis’te esir olarak bulunan Kudüs Sürgünleri’nden (Shepelah); Asur yazıtlarının, Van gölü civarında yurt tutmuş Mannean’larından; Med imparatorluğunun Küçük Asya kısmından; Coa-Kue adıyla Kilikya’dan; Hatti’den; Hurri’lerden ve nihayet Cennet Bahçesi Eden’den bahsediyor. Gerçekten bu hadika Dicle ile Fırat arasındaki alanda olarak gösterilir. Esasen Neolithik Devrim buralarda vaki olmuştu; buralarda insiyakî yiyecek toplama, yerini sorumlu yiyecek üretme işine terk etmişti.

Ararat (Ağrı) dağı, Harran, Karkamış, sözü geçen Dicle ile Fırat suları, Hitit’ler, Tubal (Kayseri), Tarshish, Meşek (Gordium)… da genişçe yer alıyor bu aynı kitapta Ailesiyle Harran’da oturan İbrahim, eşi olacak Sara’yı yanı başındaki Altınbaşak köyünden almıştı. Kendisi Ken’an bölgesine geçtiğinde ailesinin bir kısmı burada kalmıştı. İshak’a iş aramak için yine Harran’a gelinmişti. Yakub da buraya sığınmıştı, Esaü’nün ölümle tehdidinden kaçarak. Yakub Kuyusu (Bi’r Yakub) hâlâ buranın suyunu sağlar. Kitab’ın anlattığına göre (Genesis 29/4-10) kuyunun ağır taş kapağı, akşam sularında bütün sürüler toplandığında kaldırılırmış. Ama Yakub Raşel’i görünce, diğer sürüleri beklemeden taşı atıvermiş üstünden!…

Ahd-i Atik’te geçen yerlerin çoğunluğunun Küçük Asya’nın doğu ve güneyinde olmasına karşılık İncil’de (Ahd-i Cedid) geçenlerin hemen hepsi, Grek ve Roma etkisinin kuvvetli olduğu batı bölgelerindedir. Muhtemelen Helen kültürünün etkisinde kalan Yahudi toplulukları ve bunların Avrupa’yla bağlantıları nedeniyle Hristiyanlık esas itibariyle bir Batı dini olmuştur. Tabii bunda Tarsuslu Aziz Paulus’un dahli büyüktür. Ayrıca İncil’in Grek dilinde yazılmış olup bu dille konuşan bölgelerde yayıldığını hatırda tutmak gerekir. Yine üzerinde durulması gereken bir başka husus da, Hristiyanlığın zuhurunda ve bundan birkaç yüzyıl sonra dahi, bu dinin çok az insanı kendine cezp edebilmiş olmasıdır. Sebebi bugün, İstanbul’daki Protestan Amerikan Misyonu (United Church Board for World Ministries) mensuplarınca şöyle ifade ediliyor: “Muhtemelen o zamanlarda insanların çoğu, bugün olduğu gibi,[2] manevî işlerden çok dünyevî işleriyle meşguldüler ve cari teamülleri fazla sual sormadan kabul etmekle yetiniyorlardı”.[3] Kilise kuzey ve batıya doğru geliştikçe kendi içine Musevî dışındaki yabancıları çekmek suretiyle pagan dünya ile daha sıkı ve kendisi için ciddi bir tehdit olan, ilişkiler içine girmiş oluyordu. Kaldı ki büyük eğitim ve kültür merkezleri putperestlerin elindeydi. Her gün geçerken göze ilişen mozaik, fresk ve heykeller, evdeki vazolar ve aynalar, hep binlerce yılın (manevî) alışkanlığını hatırlatıyordu. Tiyatrosu da pagandı, odeon’u da. Aziz Paulus boşuna Tarsus’ta doğmamıştı. Burası da bir “üniversite şehri”, bir kültür merkeziydi. Strabon bura insanının bilgi düzeyiyle felsefeye olan meylini dile getiriyordu. Bergama kitaplığı ise Ptolemeus’un kıskançlığını celp edecek derecede ünlüydü. Bu yüzden de papyrus ihracını men etmişti. Bu kez, “ersatz” olarak ele alınan deri – parşömen’in papyrus gibi kıvrılmaması, “cilt” haline gelmiş kitap kavramının doğmasına yol açmıştı. Antuan bu kitaplığı Kleopatra’ya armağan etti ama halife Ömer (VII yy.) onu yok etti! Ephesus kitaplığının başına gelenlerinin ayrıntılarına ise girmeyelim.

“Her zaman kabul edildiği gibi Küçük Asya toprağı, fikirleri doğdukları yerden tahavvüle uğradıkları, uygulandıkları ve dağıtıldıkları yere götüren insanların köprüsü olmuştu. Çoğu kez de, insanların bir araya getirdikleri, burada mezcettikleri ve böylece de bunlardan yeni ve devrimci bir şey yarattıkları bilgilerin çeşitli şekillerini temsil etmişti. Bu da Aziz Paulus’un Hristiyan ilâhiyatına medarı olmuştu: İbranî ve Yakın Doğu irfanının cem’i” W. Ramsay (The cities of St. Paul, s. 5-6, 79), mezkûr Aziz’in eski sitenin müspet unsur taşıdığını, ancak temelli ıslahat gerçekleştirilmeden bunun korunamayacağım durup dinlenmeden telkin etmeye çalıştığını söylüyor.[4] Anadolu toprağını “kutsî” kılmak için çok sebep var, Hristiyanlar beyninde: İsa’nın muakkipleri ilk olarak Antakya’da bu ismi almışlardı (M.S. 40). Gerçekten Paulus zamanında bu kent önemini korumaktaydı. Sakinleri arasında müreffeh bir Yahudi topluluğu bulunuyordu ve sinagogların bazılarında Grekçe cariydi. Böylece de bu kent sekenesinin, Kudüs’teki kadar muhafazakâr olmadığı anlaşılıyor. Bu keyfiyet, Hristiyanlığın Kudüs yerine Antakya’dan dünyaya sıçramış olmasını kısmen izah ediyor. Kentin biraz doğusunda bir mağara (Fot. 13), Aziz Peter mağarası olarak bilinir. Burasını Haçlılar keşfetmiş olup Hristiyanların gizlice toplandıkları mağara olarak ün almıştır. Burası sonradan kiliseye dönüştürülmüştür.

Aslında Phrygia tanrısı Men için inşa edilmiş Ankyra (Ankara)nın Augustus mabedi VI. yy.ın başlarında kiliseye tahvil edilmiş olup kentin XIV. yy.da Türk’ler tarafından fethedilmesine kadar böyle kalmıştır (fot. 14). Sivrihisar’ın 15 km. kadar güneyinde ve Sangarios (Sakarya)’nın sol yakasında Pessinus (Ballıhisar) kentinin kalıntıları arasında, tiyatrodan başka ünlü Kybele mabedinin de temelleri görülmektedir. Burada da bir “hacer-i esved” varmış; Pergamun (Bergama) kralı Attalus, Tanrı’ların Anasını temsil ettiği farz edilen bu kutsal siyah taşı III. yy.ın sonlarına doğru bu tapmaktan alıp Roma’ya naklettirmiş. Aziz Paulus’un Pessinus’u ziyareti, bu kentin (doğuyu batıya bağlayan) İran Kral Yolu üzerinde bulunması itibariyle de ayrıca önem taşır. Pisidia Antakya’sı (Antioch) olarak bilinen Yalvaç’ta da (fot. 15) Kybele kültünden başka Anadolu’nun başlıca erkek tanrılarından Men’e de tapınılıyordu. Paulus’un Kybele tapınağından halka hitabı ve bunun sonucunda çıkan kargaşalıklar İncil’de tafsil edilmiştir (Actes 13/16, 44, 50). Gerek bu Aziz’in, gerekse refiki Barnabas’ın büyük etkileri buradan yayılmıştır. Iconium (Konya)’da da bunların başına epey iş gelmişti.

Plutarchus, M.Ö. I. yy.da Pompeus’un Kilikya korsanlarına karşı harekâtını hikâye ederken bu adamların Olympos (Antalya’nın batısında Çıralı)da Mithra’nınki de dahil olmak üzere bazı gizli ritüeller icra ettiklerini anlatıyor.[5] Keza Çıralı’nın arkasındaki Yanartaş nam mahalde, ilkçağda olduğu gibi doğal gazlar fışkırır ve bunlar, tutuşturulduklarında, hiç durmadan yanarlar. Skylax (M.Ö. IV. yy.ın Karia’lı denizci ve coğrafyacısı) “Dionisias adası, Siderus limanı ve burnu; bunun üstünde, dağda Hephaistos tapınağı ve topraktan kendiliğinden fışkıran büyük alev bulunmaktadır ki hiçbir zaman sönmemektedir” diyor. Burada, ikisi de yeraltı yaratıklarından olan Typhon’la Ekhidna’nın birleşmesinden doğan Khimaira adlı bir canavar dururmuş, “söndürülmez ateşi üflermiş…” (Hesiodos). Gerek Skylax, gerekse Plinius, doğal ateşin fışkırdığı yerde Hephaistos mabedinin bulunduğunu ifade ediyorlar,[6] o Hephaistos ki, topallığı ve çirkinliğiyle tanrıların alay konusu olmasına karşılık her türlü madeni işleyip olağanüstü güzellikte eserler, silâhlar, ev eşyaları, binalar yapmakla tanrılar arasında ün salmıştır. Tabii, metalleri işlemek için de ateşe gereksinim vardı. Bundan ötürü sözü geçen tapınakta ateş kültünün cari olmuş olması gerekir.

Anadolu’nun her taşının altından böyle bir hikâye çıkabilir. Bunların ayrıntılarına girecek değiliz. Bu yarımada gerçekten din ve inançlar tarihi bakımından son derecede zengin malzeme arz eder. İncil buraya ait semt isimleriyle doludur. O da, sairleri gibi, bu “köprü”den geçecektir. Ancak keyfiyet bununla kalmayıp burası Hristiyanlığın daha sonraki tarihi bakımından da büyük önem taşır. Bunda şüphesiz Dünya imparatorluğunun İstanbul’a taşınmış olmasının da dahli vardır. Küçük Asya birçok büyük kilise adamı (ve Aziz) ve bunlar arasında da ciddi sosyal reformların öncüsü olmuş kişileri yetiştirmiştir. Konu üzerinde önemle duracağız. Hristiyanlık devirlerindeki yerini, daha önceki temel inançlar sisteminin beşiği olmasına borçludur, bu “köprü”.

[1]              Bkz. C. I, s. 75, 84, 85.

[2]              Tarafımızdan belirtildi; Misyon’un günümüzün duygusal yaşamı hakkındaki düşüncesini yansıtıyor.

[3]              E. C. Blake and A. G. Edmonds. — Biblical sites in Turkey, İst. 1977, s. 42. Bundan önceki bilgilerden bazıları yine bu yapıttan alınmıştır.

[4]              ibd. s. 46-8.

[5]              ibd., s. 69.

[6]              A. Erhat. — Mitoloji sözlüğü, İst. 1972, s. 223.

( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.