Düğün danslarında kılıcın işlevi, kötü ruhları kovmak, geline (ve güveye) nazar değmesini önlemektir. Bu kılıç, çoğunlukla çift kılıç öğesinin Samî alanda da yaygın oluşu, bu görüşü teyit eder mahiyettedir. Demirin cin kaçırıcı rolü biliniyor. Kılıç, bediî bir manzara da arz etmesi gereken bir düğün ritüeline ithal edilecek demir unsuru için en münasip alet olarak görünür. Aksi halde ya bir demir parçası, ya bir sabanın… ortaya çıkması gerekir ki bu hem çirkinlik getirebilir, hem de ayin sırasında elde taşınması güç olur.
Bu gibi düğün ritüelleri için H. Z. Koşay’ı dinleyelim: Hatay’da güvey tarafı, nişandan birkaç gün sonra “hamam kapatır” ve kız tarafını da davet eder. Orada “çalgı faslı başlar (hususi kadın çalgıcı takımı vardır: dümbelek, darbuka, zilli def ve bir veya birkaç köçekten ibaret)… sonra gelin her kesin önünde merasimle soyunur. Önde ellerinde mum tutan iki genç kız, sonra çiçeklerle süslenmiş iki kılıç tutan iki kız arasında gelin olmak üzere odaların önündeki büyük havuzun etrafı üç defa dönülür…”[1] Burada hemen mum, kılıç, havuz ve bunun üç kez tavaf edilmesi motiflerini görüyoruz. Devam edelim: Sivas Türkmen’lerinde Seğmen (sekban) âdetinde “güveyi getirirken göğsünden birisi kavşırır (kavuşturur), arkasından birisi de yalın kılıç, kılıcın ağzı dış tarafa ve ucu başı hizasından bir karış yukarı durmak şartıyla… getirirler… Bundan sonra dışarıya ateş yakarak etrafına üç taş korlar. Ve güveyi onun etrafında üç ihlâs ile üç defa dolandıktan sonra tekrar düğün odasına gelir…”[2] Yine Hatay’da “önde kaside okuyan birkaç kişi, sonra, çiçeklerle sarılmış ve mum’larla süslenmiş iki kılıç arasında güveyi ile sağdıç olmak üzere camiye gidilir…”[3] Bunlarda dans unsuru belki İslâmiyet’in tesiriyle sonradan kalkmış olabilir.
Yezidî cenaze merasimlerinde “dul kalan kadın beyazlar giyer, başına toprak atar ve kille ovunur; sonra arkadaşlarının refakatinde ayine katılır, bir elinde kocasının kılıcı ve kalkanı, diğerinde saçından bir tutam olmak üzere cenaze dansına iştirak eder”[4] Burada “yaşamaya devam eden” saçın, müteveffayı temsil ettiğinde şüphe yok. Kılıçla kalkana gelince, bunlar da göçenin yiğitliğinin ifadesi olmakla birlikte demirdendirler…
Kalkanlı kılıç oyunlarına gelince, bunlarda demir unsurundan başka bir de ses unsuru, kılıçların kalkanlara çarparak çıkardıkları ses, devreye giriyor ki cinlerin böyle seslerden de hoşlanmadıklarını biliyoruz. Ama iş bu kadar da basit değil.
“Ey karanlık diyarı Kureta’ların
Girit’te Zeus’un doğduğu kutsal mağaralar!
Orada icat ettiler benim için
Üç sorguçlu miğfer giyen Korybant’lar
Çembere gerilen deriyi[5]
Orada karıştı coşkun davul sesleri
Phrygia kavallarının tatlı nefeslerine
Korybant’lar davulu Rhea anamıza verdiler
Bakkha’ların çığlıkları arasında
Gümbürdesin diye.
Onu coşkun Satyr’ler Ana Tanrı’dan aldılar
Sesini korolara karıştırdılar
Dionysos’a hoş gelen
Trieterit bayramlarında[6]
Dionysos’tan ne kadar söz edilse, sanırız ki bugünün Anadolu’su o kadar iyi anlaşılır. Tekrarlama mahzuruna rağmen biz bunu yapacağız.
Yukarda kendilerinden bahsettiğimiz Kureta’lar Giritli Ana Tanrıça Rhea’nın, Korybant’lar da bizim Kybele’nin rahipleriydiler. Sonra bunların hepsi mezcoldu gitti. Kureta’lar, şu anda işlemekte olduğumuz konu bakımından önem taşırlar şöyle ki Rhea Zeus’u doğurduğunda onu Kronos’tan kaçırmak üzere Gaia nympha’ya teslim eder. Argaios dağındaki bir mağarada bir keçi bu çocuk tanrıyı emzirirken, Kureta’lar tunç kalkanlarını üzerine tutuyorlar ve çocuğun bağrışmalarını kılıç kalkan sesleriyle boğuyorlardı. Bir kabartmadan alınan fot. 295’de (J. Bonnet’den) bu sahne görülür. Ancak, bu Kureta’ların doğruca Küçük Asya’da vaki olmuş, benzer bir marifetleri daha var: Artemis’in Ephesus’ta kutsal Ortygie korusunda doğumu efsanesinde Kureta’lar civardaki Solmissos tepelerinde toplanıp Artemis’in anası Leto’yu kıskanan Hera’dan, kadının doğum inlemelerini saklamak amacıyla kalkan ve kılıçlarını çarparak gürültü çıkarmışlardı.
Lucretius (ölüm. M. Ö. 54) da buna benzer şeyler anlatıyor bize[7]: “Yılların alışkanlığıyla bütün ulusların halkları “İda’lı (Kazdağ’lı) Ana”yı taziz edip ona maiyet olarak bir Phrygia’lı rahip takımını terfik ederler. Zira ekinlerin İda Dağı’nın bu bölgelerinde ilk olarak yaratıldıklarını ifade ederlerdi… Rahipler, gergin davullara ellerinin ayalarıyla devamlı surette vururlar; bazıları onun suretine doğru zilleri çarptırırlar; başkaları anırma sesi çıkaran boynuzları üflerler, kullandıkları oyuk kavallar beyinleri Phrygia usulü tahrik eder. Etkilenmeyen zihinlere ve kalabalık arasında imansız gönüllere dehşet salmak üzere de azgınlıklarının nişanesi olarak bıçaklar savururlar… Geçit resmi sırasında Grekçe “Kureta” olarak bilinen bu silâhlı takım özel bir ahenkle bir ritüel raks icra ederek kendilerine açtıkları yaralardan kan teşhir ederler; miğferlerinin tüylerini baş hareketleriyle sallarlar. Bunlar, bir gün Girit’te beşiğinde ağlamakta olan çocuk Jove (Jupiter)’i sakladıkları söylenen Dictae’li Kureta’ları temsil ederler; çocuğun etrafında bu silâhlı delikanlılar kırılmaz bir daire teşkil etmişler ve Saturne’nin, oğlu Jove’ı bulup yemesini ve böylece de anasının kalbinde geçmeyecek bir yara açmasını önlemek üzere devamlı bir ittıratla miğfer ve kalkanlarını çarpıştırmışlar. Bu sebepten Büyük Ana’ya silâhlı erler refakat ederler…”.
Romalıların harp tanrısı Mars, 1 Mart günü doğmuştu. Onun bu ay içindeki bayramları, çalışma (tarım) baharını değil, savaş baharını simgelerdi. Rahipleri Saliens’ler, bu bayramlarda şarkı söyleyerek ve kalkanlara vurarak ağır ve gösterişli bir dans icra ederlerdi. Dumézil bu dansın, sanıldığı gibi, ne gürültüyle bitkilerin büyümesini, ne de Giritli Kureta’lar gibi bebek Mars’ın korunması amacını güttüğünü, bunun sadece muharipler gibi giyinmiş rahiplerin askerî danslarından ibaret olduğunu, eski metinlere dayanarak ifade ediyor.[8] Dolayısıyla kılıçlı kalkanlı oyunların tarih içinde iki kökeni olmuş oluyor. Aynı uzman, “Naissance de Rome” (Paris 1944, s. 53) adlı yapıtından şunları da aktarıyor[9]: “(Mars’ın) adını taşıyan ay Roma’da ilkbaharın ve eski senenin başına rastladığından Juno Lucina (ışık ve kadınlık) (1 Mart) ve Anna Perenna (15 Mart) gibi tanrıça bayramlarının da bu aya sıkışmış olmaları doğaldır: ilkbaharın eşiğinde olmayıp da hangi ayda doğumlar tanrıçasıyla uzun ömür tanrıçası kutlanacaktı? Mars, mevsim ilişkilerinin adını taşıyan aya sıkışmış olmalarından ne sorumlu, ne de zarurî olarak bunlara bağlıdır: yine Mart’ın ortasında Roma halkının ‘ihtiyar seneyi def etmesi’ de şaşırtıcı ya da fazla manidar sayılmamalıdır… Mars’ın, Roma yılının ilk ayına adını vermiş olması bu tanrıya tanınan önem ve yüksek mertebeyi ifade eder; eski askerî hayatın önce baharda başlayıp güzde kapanmasının işbu tanrının aslî işleviyle doğruca ilişkisi vardır… (Ormazd – Ahura Mazdâh – ayı, Pers dininde, yine yılın ve kuramsal olarak da baharın ilkiydi)”. İşe ne taraftan bakılırsa bakılsın, hep toprakla münasebetler manzumesinin içinde kalınıyor.
These’nin, Minautores’i öldürmesiyle kurtulan yedi delikanlıyla yedi genç kızın icra ettikleri “turnalar dansı”nın Delos’ta Artemis kültünü simgelemesi gibi Ephesus’taki kültün başlangıcında da bir taraftan bir genç kız savaş dansı (Amazonlarınki), öbür taraftan da yine aynı mahiyette silâhlı delikanlıların icra ettikleri bir kalkan dansı vardı.
Eskiçağlarda daimî surette Kabire’ler, Kureta’lar ve Kybele’nin hizmetkârı Korybant’lar karıştırılmıştır. Bunlara Satyre’ler, Pan’lar, Silene’ler, Ba’kkha’lar, Tityre’ler, yani bir tanrısal nefesle meczup hale gelmiş (enthousi– astikoi) ve bu haleti kaval nağmeleri ve gürültülü danslarla ifade edenlerin hepsini katarlardı.
Hesiodos’a göre bu Kureta’lar “oynamayı sever, iyi dansçı tanrı”lardı[10]. Gerçekten Kureta’larla Korybant’lar ayinlerini baş döndürücü rakslarla, bağrışmalarla, kaval, davul ve tunç sesleriyle kutlarlardı. Böylece gümbürtülü bir vecd içinde kendilerinden geçerek zamanın akışına kapılıyorlardı.[11]
Kadim Helenistan’da Kabire’ler, Daktyl’ler, Kureta’lar gibi bazı efsanevî kişi grupları hem mysterion’larla ilişkili gizli dernekler, hem de metal işçileri loncaları teşkil ederlerdi. Çeşitli geleneklere göre Daktyl’ler demirin izabesini, Kureta’lar da bronzun işlenmesini keşfetmişlerdi. Bunlar ayrıca, silâhları çarpıştırarak icra ettikleri özel danslarıyla da ün salmışlardı. Kabire’ler ve Kureta’lar “izabe ocaklarının efendileri”, “ateşle güçlü” tesmiye edilirlerdi ve kültleri doğu Akdeniz’de her tarafta yaygındı.[12] Gerçekten Kureta’ların kültü hem asianik, hem de Girit-Ege alanına aittir.[13] Bütün bunları dinleyip fot. 295’deki Kureta’ların hareketlerini iyice inceledikten sonra Bursalının Kılıç-Kalkan Oyunu’nun kökeni hususunda kim ne isterse düşünsün!…
[1] H. Z. Koşay.- Türkiye Türk düğünleri üzerine mukayeseli malzeme, Ank. 1944, s. 130.
[2] ibd., s. 257-8.
[3] ibd., s. 291. “Mum” vs. sözcükler tarafımızdan belirtildi.
[4] J. Menant.- Les Yézidiz, s. 78.
[5] Yani davulun Korybant’lar tarafından icadından söz ediliyor.
[6] Euripides.- Bakkha’lar, Antistrophe II (çev. S. Eyüboğlu).
[7] Lucretius.- On the nature of things (De Renim Natura), transl. P. Bovie, N. Y. 1974, II/610-645.
[8] G. Dumézil.- L’héritage, s. 82.
[9] ibd., s. 107.
[10] J. Bonnet.- Artemis d’Ephése, s. 170-1.
[11] S. Eyüboğl’u.- Bakkha’Iar, s. 11, not.
[12] M. Eliade.- Forgerons et alchimistes, s. 86.
[13] J. Karst.- op. cit, s. 173.
( * )Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.