“Çekin Halay düzülsün
Ala gözler süzülsün
Halay’a gelmeyenin
Vurun boynu üzülsün”
deniyor Sivas’ın Düz Halay’ında. Madımak Halayı’nın sözlerini daha önce zikretmiştik.[1] Aşağıdaki de Çorum’un İğdeli Gelin Halayı’nınkiler oluyor:
“Kız pınar başında testi doldurur yar
Testinin kulpuna şahin kondurur
Kız senin bakışın beni öldürür yar.
İğdenin dalları yerde değil mi yar
Benim sevdiceğim burda değil mi yar
Derdimin dermanı iğdeli gelin
İğdesin aldırmış sevdalı gelin”
İğde ağacının kutsallığı da vardır. Dallarından yapılan içi oyulmuş parçalar nazarlık olarak kullanılır. Etrafa saldığı baygın koku, baharın müjdecisidir.[2]
Simon Jargy, Arap halk şarkılarının (syllabique) kategorisine girenlerin “başlıca rolünün Orta Doğu’da çok yayılmış ve Suriye, Asurî, Ermeni, Yüksek Mesopotamia Kürt halkında çok rastlanan (dabkeh veya hallay) şeklindeki folklorik dansa refakat etmek olduğunu ve bu dansın kadın ve erkeklerin el ele tutuşarak bir halka teşkil etmeleri ve muntazam ritimlerle toprağa ayak vurmalarından ibaret bulunduğunu yazmıştır”[3]
“Tamzara, Doğu Anadolu’nun her yerinde ve Eğin’de de halay şeklinde oynandığı gibi ayrıca iki şekilde daha oynanır. Eğin özelliğini taşıyan ağır oyun gibi, karşılıklı dörtlü ve gruplar halinde olmak üzere oynanır. Diğer şekline ise, Arapgir Tamzarası denilir. Bilhassa bura Hristiyanları, kadınlar ve erkekler karışık oynarlar. Kol kola ve el ele olarak bir sıra veya karşılıklı olarak oynanan bu oyun polkaya benzer”[4]
Bu son ifade, Jargy’ninkini teyit eder mahiyette oluyor. Gerçekten helisa, karaçor,[5] tamzara, bico, tillara, tırnana, depsororo, derilo, mamo, gülo, valla, govend, zıravcıdik, süregel, havarişko, delilo ve daha pek çok sayıda dansın adı nereden geliyor?…
Aslında birinci derecede önem taşıyan bir husus değil, bu. Bizim amacımız, dansları geriye doğru izleyerek onları belli inançlar sistemine bağlamak olup dansın adının kökeni bize bu yolda yardımcı olabilmektedir.
Rahmetli M. Sarısözen’in iki ayrı yazısından aktardığımız aşağıdaki kısımlar çok manidar olup araştırıcıların hangi yönde çalışmaları gerektiğine işaret sayılabilir.
“Sivas dolaylarında bir halay görüyoruz. İlk figürde oyuncular arka arkaya sıralanmış, başlar öne eğilmiş, eller yana yapıştırılmış, melûl mahzun yürümektedirler. Davulun ritmine uymaktan başka oyuna benzer tarafı olmayan bu sessiz yürüyüşün elbette bir manası vardır, diye o bölge halkının hayatını incelediğimizde, görüyoruz ki, oranın halkı, kendilerini çok zayıf hissettikleri zamanda böyle bir pozisyon almaktadırlar… Oyun dizisi bir müddet bu şekilde dolaştıktan sonra bir anda sola dönerek elleri göğüs üzerine çaprazladıktan sonra hep birden arkaya yaslanıyorlar. Bu ikinci figürde, ellerini göğse çapraz bağlayan oyun dizisinin Gök-tanrı’ya yöneldiği apaçık görülmektedir. Gerçekten bu bölge halkının Allah’a bu şekilde yalvardıklarını da bilmekteyiz… Sonra eller göğüslerden alınır ve yukarı kaldırılarak çepük çalmaya (el çırpmaya) başlanır. El çırpmalar bir neşenin ifadesi olduğuna göre, oyuncuların bir şeye sevindikleri besbellidir… El çırpmalar devam ederken, oyun dizisinin yavaş yavaş çömeldiği görülür. Bu üçüncü figür, daha önceki figürlerin üzerinden esrar perdesini kaldırmıştır. Çünkü el çırparak çömelmiş olan oyuncular şimdi büyük bir neşe içinde un eleme taklidi yapmaktadırlar. Un eleme figürü biter bu defa da hamur yoğurmaları, yuma yapmalar, yumağı (bezeyi) ateşe atmalar başlar”.
“… ilk figürdeki üzüntülü yürüyüşün açlık ifade ettiğini ve ikinci figürde görülen yalvarışlarla da Gök-tanrı’dan ‘rızık’ istenildiği ve üçüncü (ekmek hazırlama ve pişirme) figürüyle de dualarının kabul olduğu neticesine varabiliriz”.
“Oyun bu kadarla bitmiyor. Halay dizisi tekrar ayağa kalkıyor ve tekrar yalvarış figürüne geçtikten sonra yine çömeliyorlar. Bu defa da yün tarama ve çıkrık eğirme figürleri başlıyor. Demek ki karınları doyduktan sonra giyinme ihtiyacı baş gösteriyor. Tanrı bu dileklerini de yerine getiriyor”.
“Oyun yine bitmiyor, oyuncular tekrar yalvarış figürüne geçtikten sonra çömelmelere ve bu defa da arka arkaya sıralanıp birbirini yaykamaya (yıkamaya) başlıyorlar. Saçlarını tarıyorlar, aynaya bakıyorlar. Böylece karnı tok, sırtı bütün, tertemiz bir insan haline geldikten sonra büyük bir sevinç içinde oyunun toplatma kısmına geçiyorlar”.
“Yukarıdaki figürleri manalandırmaya çalışarak vardığımız netice, Köy Halayı veya Kürt Halayı adındaki toplu oyunun, bir yokluktan varlığa yahut bir kıtlıktan bolluğa kavuşmayı hikâye eden bir mahiyeti sezilmektedir. Ancak… hadise ne zaman, nerede olmuş… ?”[6]
Onu da biz söyleyelim: in illo tempore!
“Çorum halayının davulcusu Osman Cenik’in davulla yaptığı raks da dikkate şayandır. Davulun, mebdeini Şaman’lardan alan bir tempo aleti olduğu esasen malûmdur. Fakat oyun esnasında davulun bazen yerlere sürünecek kadar aşağılarda döndürülmesi, bir aralık kucağa alınması, omuza konulması ve nihayet başa kaldırılması davulla yapılan ayinlerin mahiyeti hakkında bir fikir verebilmesi itibariyle pek mühimdir”.
“Halaylara gelince, bunlardan bir kısmının menşeini dinî ayinlerden aldıklarını tahmin ettiren damgalar henüz üzerlerinde durmaktadır. Meselâ: Çorum halayı’nın ağırlama, ikileme, oynatma ve hoplatma kısımlarının dışında yapılan bir kısmı daha vardır ki, bu tamamen merasim mahiyetindedir. Oyunun başlangıcında yapılan ve yavaş yavaş çökülerek dizleri yere vurduktan sonra doğrulmadan ibaret olan bu kısmı halaycılar oyundan saymazlar”.
Bu aynı figürün, yani sırasıyla önce bir dizi, sonra diğerini yere vurup doğrulmanın Zeybek’te de mevcut olduğunu ekleyelim.
Dionysos kültünün garip raksları arasında dansçıların devamlı olarak yere, üzerine asma dalı sarılmış, tepesinde de çam kozalağı bulunan (tıpkı fot. 69’daki şahide gibi) bir asa ile vurduklarından, bununla toprak ve insanlara mümbitlik sağlandığı inancının varlığından söz etmiştik. Horon’da oyuncuların ortaya toplanıp ayaklarını yere vurmasına çiya deniyor.[7] Dans, hiç şüphesiz, mümbitlik ve doğurganlık kültlerinden yaşayan artıklardandır. Devam edelim dinlemeye, Sarısözen’i.
“Kendisinden Çorum halayları hakkında ilk malûmatı edindiğim Çorumlu oyunculardan Kâzım Zahar: ‘dizleri vurup doğrulduktan sonra asıl oyun başlar’ tarzında bir cümle kullandı. O, oyunun bir kısmına ‘âdettir, eski oyunculardan gördük’ diyordu. Yalnız burada bir noktaya ehemmiyetle işaret edeceğiz: Çorum’da oyunlarını seyrettiğimiz yaşlı oyuncular bu kısımda katiyen göbek hareketi yapmıyorlardı… göbek hareketleri… oyunu daha cazibeli göstermek maksadıyla sonradan eklenilmiştir. Çorum ve Sivas halaylarında başoyuncunun vakit vakit ayrılarak diğer oyuncular karşısında figürler yapmasıyla, vaktiyle tekkelerde baş zâkirin zikr esnasında yaptığı hareketin tamamen aynı oluşu da menşe beraberliğini kuvvetle tahmin ettirecek delillerdendir”[8]
Trakya’ya özgü Sirto, Zigoş, Toska, Patrono-Patrino, Lenko, Pavle vs… danslar için de, konumuz çerçevesi içinde, ekleyecek şeyimiz yok, belirli Balkan etkisinin varlığı dışında.
[1] Bkz. C. I, s. 451.
[2] M. Sucuoğlu.- İğdeli gelin, in TFA 238, Mayıs 1969, s. 5296.
[3] H. B. Yönetken.- “Dabkeh = Hallay”, in TFA 162, Ocak 1963, s. 2942.
[4] M.H. Gür.- Eğin halk dansları ve âdetleri in TFA 160, Kasım 1962, s. 2889-90.
[5] “Çor”un Ermenice “kuru”, “çorak”ın da susuzluktan ürün vermez toprak olduğunu görmüştük. Bkz. C. I, s. 659.
[6] M. Sarısözen.- Köylü Halayı hakkında, in TFA 149, Aralık 1961.
[7] M. And.- Oyun ve bügü, s. 150.
[8] M. Sarısözen.- Halk rakslarımızdan halaylar, in TFA 312, Temmuz 1975, s. 7372-3.
( * )Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.