Malazgirt’te Alpaslan, Niğbolu’da Bayezit, düşmanı kurt oyunu tabiyesiyle alt etmişlerdi. Bu tabiyeye Moğol’lar “köpek muharebesi” derlerdi. Buna rağmen ne İran, ne Anadolu Selçuklularının, ne de Osmanlıların bina ve sancaklarında, damga-tamgalarında, herhangi bir kurt kabartma veya resmine rastlamıyoruz. Bunlar, bu vahşi hayvanın davranışlarını çok iyi gözlemiş olmalıdırlar ki mezkûr “oyun”u, muharebe yöntemleri arasına sokmuşlar. Bütün varlıklarını teşkil eden sürülerini kurttan iyi koruyabilmek için gezici çoban kavimlerin bu yabani hayvanın her hareketini büyük dikkatle izlemiş olmaları tabiidir. Ama kendilerinin “kurttan türemiş” olduklarını unutmuş görünüyorlar. “Moğol tarihine ait bazı Farsça eserlerin minyatürlü nüshalarında, mavi zemin üzerinde kurt resmi bulunan bir Moğol bayrağına… tesadüf olunuyorsa da, bunların hakikate uygun olup olmadıklarını anlamak için tarihî kaynaklarla ciddi mukayeselere ihtiyaç vardır”[1]
Biraz gerilere gidelim. “T’u-kiu hükümdarları Çin imparatorluğunun yüksek hâkimiyetini kabul ettikleri zamanlarda kendilerine… davul ve bayrak gönderiliyordu ki, bu bayrağın üstünde altından yapılmış bir kurt başı bulunuyordu; bunların Çinlilerle araları bozulduğu zaman, T’u-kiu hanının Çin hükümdarına isyan çıkaranlara kurt başlı bayrak gönderdiği de malûmdur… T’u-kiu’larda ayrıca bir “bayrak kültü” bulunduğu anlaşılmakla beraber bu hususta fazla bir şey bilinmiyor[2] yalnız bayraklar üzerinde bulunan kurdun, bunların efsanevî ceddi olduğu düşünülürse, dinî mahiyeti daha iyi anlaşılır. Bu eski “kurt kültü”nün izleri, Türk’ler arasında uzun müddet devam etmiştir. Firdevsî’nin, iki defa, “Turancıların kurt başlı bayrağı”ndan bahsetmesi, Çin kaynaklarını teyit etmektedir”[3]. Bundan sonra da “efsanevî ced” hatırlanmaz olmuş, bugün Anadolu’da olduğu gibi. “Öyle anlaşılıyor ki yüksek seviyedeki Türk toplumları, sembol olarak daha ziyade avcı kuşlara meyletmişlerdi. İçtimaî seviye yükseldikçe kurt vs. gibi hayvanlar unutuluyor ve onların yerlerini av avlayan yırtıcı kuşlar alıyordu”[4]
“Kurt: soğulcan soyundan olan hayvanlar. Öbür Türk’lerce. Oğuz’lar “böri”ye “kurt” derler”[5] diye anlatıyor Kaşgarlı. Diğer taraftan, daha önce bahsini etmiş olduğumuz Juan-Juan’ların,[6] bu adı Çince “küçük, küçük böcekler ve küçük, kötü kurtlar”, manasına geliyordu. Orta Asya’da yüz elli yıl egemen olmuş bir devlete Çinliler neden bu adı reva görmüşlerdi? Gerçi onların kendilerinden olmayanları küçük görmeleri mizaçları gereğiydi. Ancak Türk’lerin böri’nin yanında küçük böceklere de “kurt” demeleri keyfiyeti, düşünce tarihi bakımından karanlığını muhafaza diyor.[7]
Ama sorunun bir başka açıdan da ele alınması mümkün görünüyor. Dinî düşünce hayvanlarla bitkilere başköşeyi ayırdığına göre, hayvan ya da bitkinin adının ağza alınması onun tüm suretini ortaya atmış olmalıdır. Bir taraftan bütün bir büyük kabileler topluluğu böri adını kullanmaktan kaçınıp ihtiyatî olarak onun yerine küçük böceğin adı olan kurt’u ikame etmişken:
“Yetdügümde yel yetmezidi yedi urgunum
Yedi bayırun kurduna benzeridi yegitlerüm
…”[8]
gibi sözleri bir ifade üslûbu olarak mı kabul edeceğiz? Eğer bir mukayese varsa, kendini yakın, hattâ aynı hissetme ya da böyle olmayı arzulama var demektir. İlkel insanın büyük muhayyilesi, arzu ettiğini elde ettiğine onu inandırır, öbür yandan cinsten cinse sürekli bir geçiş, ardı kesilmez tenasüh vaki olup, yaşam en değişik şekillerle tezahür ettiğinden burada çift bir varlığın ya da hayvani veya bitkisel görünüm altında bir insanın mı hatırlandığını, bir sembol veya mecazın mı bahis konusu olduğunu kestirmek hayli güçleşiyor. Mamafih kıyaslama ihtimalinin ağır bastığını söyleyebiliriz.[9] Ayrıca, bir isim tabusunun varlığı da akla gelmez mi?
“Arslan yini = aslan ini. Tilkinin ve yırtıcı hayvanların sığındığı yerlere de “yin” denir. Şu savda dahi gelmiştir: “tilkü öz yinige ürse udhuz bolur = tilki kendi inine karşı ürerse uyuz olur” Bu sav, ayrılmadığı kabilesini yeren kimse için söylenir. Şu parça dahi gelmiştir:
“Kuş kurt kamuğ tirildi
Erkek tışı terildi
Öğür alıp tarıldı
Yınka yana kirgüsüz”
“Kurt, kuş bütün dirildi, erkek dişi derlendi, öğür alıp dağıldılar. Artık ine girmeyecek”[10]
Mahmud burada baharı, tabiatın öldükten sonra uyanışını anlatıyor. Bunu yaparken de “böri” yerine “kurt”u kullanıyor. Başka yerde de “Böri = kurt. Şu savda da gelmiştir: ‘böri koşnısın yemes = kurt komşusunu yemez’…” diyor.[11] Bugün Anadolu’da “kurt komşusunu talamaz” denir.
Biraz aşağıda bazı ayrıntılarını vereceğimiz “kurttan türeyiş” efsanelerine geçmeden önce bir mutavassıt inanıştan kısaca bahsedelim: Türk mitolojisinde “hayvan başlı ata” teması, seyrek rastlanan bir motif değildir; Oğuz destanında Oğuz-Han, İt-Barak ülkesine akın ettiğinde “karanlıklar ülkesinde”, yani kuzey-batı Rusya’da, köpek başlı insanlarla karşılaşmıştı. Yunan ve Bizans tarihçileri de bu sonunculardan bahsederlerdi. Bunun gibi, Göktürk devletinin önemli kabilelerinden biri olan Sir-Tarduş’ların ataları da kurt başlı bir insandı.[12]
M.Ö. II. yy.da, Çin’in batısındaki Kansu eyaletinde oturan Wu-Sun kralı, Hun hükümdarı tarafından öldürülmüş, küçük oğluna kıyılmayıp çocuk çöle bırakılmıştı. Bir dişi kurt onu orada emzirmişti.[13]
V.yy.da doğuda Juan-Juan’lar, batıda da Ak-Hun’lar (Eflalit) arasında kalan Orta Asya’daki Türk halklarına Çinliler Kao-çı, yani “yüksek tekerlekli araba sahibi” kavimler derlerdi. Bunlar bir araya gelip dinî ayinler icra ederlerdi. Göğe ve kutsal ruhlara at kurban edilirdi. Bunların önemli özelliklerinden biri de şarkılarıydı. Bu şarkılar “tıpkı kurt ulumalarını andırırmış. Bunun sebebi de atalarının kurt olmasıymış. Bizim düşüncemize göre bu şarkılar daha ziyade uzun hava veya maya tipinde şarkılardı…”[14]
Kao-çı’ların türeyiş efsanesinde krallarının küçük kızı bir erkek kurtla birleşip bu halkı meydana getirmiş. Diğer Göktürk efsanelerinde ise müvellit kurt dişidir.[15] Bunlarda, kol ve bacakları kesilip “Büyük Bataklık”a terk edilmiş küçük oğlana bir dişi kurt bakmış, oğlan büyüyünce de kurt ondan gebe kalmış. Bu noktadan itibaren mağara-in-yol kavramı da devreye giriyor ve dolayısıyla o da kutsiyet kazanıyor. Düşman askerinin takibinden kaçan gebe kurt Turfan’ın kuzey-batısında bulunan bir dağa varıyor. Bunun altında bulunan engin mağaraya sığınıyor. “Kurt burada on tane erkek çocuk doğurdu. (Göktürk devletini kuran) A-şi-na.(A-se-na) ailesi, bu çocuklardan birinin soyundan geliyordu”[16]
Mağara örgesinin burada olaya dâhil edilmesi ayrıca dikkatimizi çekiyor. Mağaranın rahime teşbih edildiği hatırlandığında onunla ana-hayvanın ayniyet hâlinde tutulmuş olduğu istidlâl edilir.
Cengiz’in atasının da bir erkek kurt olduğundan daha önce söz etmiştik. Bununla birlikte Moğol’lar bu hayvanı avlamakta beis görmezlerdi (o kürkten vaz geçilir mi?). Yukarda söylediğimiz gibi efsanelerde kurt zamanla yerini kuşa terk etmişti. Bu gamos aslında bir yer-gök izdivacı olarak düşünülebilir; şöyle ki Göktürk’lerde insan erkek olup yer’i, dişi kurt da göğün kutsal ruhunu temsil etmektedir. Zamanla kuşun, göğün kutsal ruhunu daha iyi temsil edebileceği kabul edilmiş olmalı. Bayrakta kurdun yerini kartal alırken de mezkûr gamos’ta kurt ya da herhangi bir dişi hayvan ortadan kalkmış, yerine güzel bir kız inmişti: Oğuz Han avlanırken, gökten düşmüştü bu güzel kız[17] Bugünün Anadolu’sunda kurdun her bakımdan önemini-yitirmiş olması herhalde bu yüzdendir. Ama bunu söylerken de ihtiyatlı olmak gerek: dişi, tırnağı “nazarlık” olarak kullanılmıyor muydu?
Gerçekten eski Türk dininde, yerle gök arasında fazla ayrılık yoktu. Türk’ler sıkıştıklarında hem yerin, hem de göğün, hiç ayırmadan, beraberce yardımlarını dilerlerdi.[18] Ama galiba bunu sadece sıkıştıkları zaman yaparlardı. Hani bugün derler ya “Gök gürlemeyince Türk tekbir getirmez” diye…
Daha önce ifade etmiş olduğumuz gibi kurdun talihi, bu hayvanın siyasî alanda büyük başarı kazanmış T’u-kiu’lara bağlı olmasıyla yaver gitmiştir. Bu sonuncular için hayatın kökeni Gök-Tengri’de idi. O, hayatî güç (kut)’un dağıtıcısı, varlıkların menşeidir. Gerçi Orhon yazıtları sadece bu dünyanın ulularının semavî kökeninden söz eder. Kara budun[19] herhalde tanrısal teselsül iddiasında bulunamayacaktı. Hakan-Kagan’ları ısrarla “ben ki Gök’ten geldim, ben ki Gök’e benzerim…” cümlelerini tekrarlamaktadırlar. Üstelik bu semavî teselsül sadece ifade edilmiş olmakla kalmayıp ispat edilmiştir de: hükümdarın fevkalâde doğuşu, onun başarıları ve özellikle bir gökçe ruha, hayatın azığı kut’a sahip bulunması a priori kabul edilmiş olmakla keyfiyet kanıtlanmış sayılmaktadır. Duanın çok az edildiği bu ülkede “kut ve uzun yaşam” niyaz edilirdi. Moğol’lar, devletlerinde çeşitli din mensuplarına karşı müsamaha gösterip bunları vergiden muaf tutmuşlarsa, bu, sırf Kagan’ın kut’u lehine “Gök’e yalvarmaları” içindi[20]
Kurt, bunca başarının hadimi kurt oyunu’nun “hocası”, insanların sahip bulunmayıp da kendinde var olan bir takım hasletlerin önemini insanoğluna telkin etmiş olmalı, sair birçok hayvanın yapmış olduğu gibi. Konu bir kez hayalî tasavvurlar âlemine dalmaya görsün!…
İzahı olmayan “üstünlük”, mitosu yaratır. O da, her günün olayları üzerinde durmayıp olağanüstüne, nadire, garibe gider. Günlük yaşamda mezkûr oyun’un hizmeti unutulmaz ama sihrî-dinî değerini yitirir. Bu zaman o bir ilk (primordial) devire intikal ettirilir, bir kutsallaşmayla zenginleştirilir. Bütün bunları, mevzuumuz olan kurt için söylediğimiz gibi, sürüyü kurttan koruyan köpek için de tekrar edebiliriz. Hayvanın dini alana geçmesi, bu hizmetten müstefit olmuş insanoğlunun bunu hatırlayıp şükranını türlü şekillerle izhar etmesiyle başlar. Hemen ifade edelim ki hayvanın insana sağladığı yaşatma, koruma, yol gösterme hizmeti, genellikle ululara müteallik olup önemi işbu uluların mertebesine bağlıdır.[21]
Mamafih Altaylarda en eski devirlerden itibaren hayvanın insana bahşettiği himaye, genellikle yol gösterme şeklinde tezahür etmiştir.[22] Hun’ların, nasıl bir geyiğin arkasına düşüp suyu geçerek yepyeni diyarları keşfettiklerini hikâye etmiştik. Gerçekten, bir kavmi muhacereti sırasında durdurma eğiliminde olan suların aşılması keyfiyeti, o kavim için bir “mucize” olarak telakki edilmiştir. Bu geçiş şekli, çok aklî (rational) şekilde izah edilse dahi Asya bozkırlarının göçebe adamının beyninde mitoslar uyandırmaktadır.
Oğuz Kagan, İtil (Volga)yı nasıl geçeceğini düşünürken Ulug Ordu bey’in ağaçları kesip bunların üzerine yatarak karşıya geçmesi ve Oğuz’un da “sevinerek” ona Kıpçak adını vermesi efsanesine daha önce değinmiştik.[23] Bu gibi su geçme olaylarının kahramanları da genellikle bir kavim ya da kabilenin atası oluyor.
Horasan’lı Ebû Müslim, önünden iki günlük mesafede kaçan Mervân’ın peşine düşmüştü. Nil kenarına vardı. Denizler kadar derin olduğunu sandığı bu nehri geçecek teknesi yoktu, iki elini kaldırarak dua etti. O anda bir gazal peyda oldu, üç defa bağırarak suya girdi. Su, ancak karnına kadar çıkıyordu. Ordu onu takip etti ve sağ salim karşı kıyıyı buldu. Bu mucizeyi duyan Mervân “ben size bu adamın bir sihirbaz olduğunu demez miydim?” dedi…[24] Bir başka zaman da Ebû Müslim, ordusuyla çöle düşmüştü. Susuzluktan helâk olmak üzereydiler; Mümin’ler kendilerini Hüseyin’in ölümüne hazırlıyorlardı. Müslim yine ellerini kaldırıp dua etti, tekrar karşısına bir gazal dikildi; hayvan ona işaret eder gibi oldu. O da bunu izlemeye koyuldu. Sonunda bir pınara vardılar… herkes kurtulmuştu.[25]
Buna benzer hikâyeler alabildiğine çoğaltılabilir, her türlü rehber hayvanla (leylek, kartal, tavşan, at, deve…). Dönelim biz kurt masalımıza. “Gök tüylü, gök yeleli” erkek kurdun Oğuz Kagan’nın muzaffer ordusuna kılavuzluk etmesinin uzun hikâyesini anlatmayacağız[26] Sadece bu hayvanın Oğuz’un dilini konuştuğunu belirtmekle yetinelim.
Bütün bunlarda kurdun “Gök-Kök”, yani gökçe oluşu, T’u-kiu’ların kendilerini Kök Türk-Kök Türük diye adlandırmış olmalarına bağlıdır. Mademki bunların hükümdarı semavî menşelidir ve onun da atası kurttur, o halde kurdun da semavî (Gök-Kök) olması doğaldır. T’u-kiu’ların büyük askerî başarıları ve Orta Asya üzerindeki kültürel etkileri, başka mitosların doğmasına mani olmamakla birlikte kurt masalının bozkırda daima canlı kalmasına olanak sağlamıştır. Bu masal Cengiz’in Moğol’larında, birkaç asır sonra, yeniden patlayacaktır, Alan-koa hikâyesiyle, sarı, ay ışığı – kurt (köpek) müzdevicesiyle birlikte.
Er-Töştük “gök böriye müşabih olarak doğmuş… gök demirden zırh giymiş, kızıl ata binmiş ve bir elinde boz-gök kalkan, öbüründe gök demirden bir mızrak tutar halde” olmakla şüphesiz semavî mahiyettedir. Onun masaldaki arkadaşı Sarı Bey (renk – ışık) dahi “gök böriye nazir” olup bu eşbiçimlik sonunda onun “Gök-Böri” tesmiye edilmesine müncer olmuş.[27]
Cengiz’in şeceresinde gördüğümüz kurt-ceylan gibi yırtıcı-ot yiyici ikilisi, köken mitoslarında asıl olmaktadır; her tarafta, binalarda ve sair yerlerde görülen bu türlerin mücadele sahneleri, “yırtıcı hayvanın avını bastırmış olmasını değil, onu kaplayarak korumasını temsil etmektedir. Hiç şüphesiz bu, erkekle dişinin, Gök ile Yer’in mitolojik cimaını canlandırmaktadır”[28]
Her şeye rağmen Gök kurt teması kendini devam ettiriyor ve Oğuznâme’de, her halde Moğol’ların doğruca etkisiyle olacak, başrolü oynuyor. Öyküsünün hareket noktası olan müvellitlik vasfı bakımından bugün hâlâ Anadolu’nun kısır kadınının, çocuk sahibi olabilmek için kurda münacatta bulunduğu zikredilebilir. Bu konuda Z. Teoman’ın anlattıklarına kulak verelim:[29]
“İçel’in dağlık bölgesinde… Yörük’lerden çocuğu olmayan aileler odalarındaki ocak başına bir kurt postu asarlar. 1932 yılında Gülnar’ın Irmasan yaylasındayız… Arayurt tepesine bir kurdun çıkmakta olduğunu söylediler… Tam ateş edeceğim sırada anam “ne yapıyorsun oğlum? Demin oradan sürü geçti. Kurt sürüden ayrılmaz. Kurdu öldürmek suçtur… yaylamızda uğur kalmaz” dedi… 1942 yılında Van ilinin Özalp ilçesinin Meretil köyünde…yim. Takım erleri Çukurovalı ve Vanlı çocuklar. Kotur deresi sırtlarına tırmanan üç kurt gördük. Vuralım… dedim… bütün erler “aman komutanım! Kurdu vurmak uğur sayılmaz; dedelerimizden beri işitiriz…”. Gene Gülnar’ın Irmasan yaylasındayız.
Bektaşi ruhlu bir mahalle hocamız var… Bir cuma günü… hocamız bütün çocukları topladı. Onların karşısında bana küçük bir kurt başı armağan etti. Yanımızdaki su arkından da üç kez atladı ve “oğlum, Tanrı bilir ya, sen adam olacaksın. Tanrı seni bu toprağa bağışlasın. Bu kurt başını götür, ocağınızın başına as!” dedi.
“…Gülnar’ın Eski Yörük Köyü’nde… dayımın çadır kapısının üstünde bir kurt başı takılıydı. 1944 yılında Mardin’in Savur ilçesinin Barman köyünde… Tahir Ağa’nın kapısının üstünde bir kurt başı gördüm… 1947 yılında… Doğanşehir’in (Ml) Sürgü köyüne gittim. Dulkadiroğulları’nın oradaki son kalıntısı 80 yaşındaki Ali Dulkadir’in… evinin iç kapısı üstünde bir kurt başı vardı. 1949 yılında Hakkâri’nin Salâhiye köyünde… muhtar Şakir Tatlı’nın evinin dış kapısında bir kurt başına rastladım. Oradaki bir yatırın kapısında da bir kurt başı asılıydı…”
Gerçekten Türkmen’lerde kurt, “Hz. Ali’nin iti” telakki edilmekte olup bu sebeple öldürülmesi caiz değildir. Bunu yapan ise “yezit” olur.[30]. Bu inancın arkasında da kurt-köpek teşabühü göze çarpıyor.
Bazılarının nazarında ise “yamandır boz kurt yamandır. Kurdun dişini cebinde taşıyan adam zarar görmez, hem uykuda sayıklamaz. Boz kurdun gözü kurutulur ve toz edilerek sürme gibi göze çekilirse göz çok görür ve ağrımaz”[31] (kurtla ayniyet haline gelme çabası. Ama bütün bunları yapabilmek, yani başını bir yere asabilmek, gözünü kurutmak… için yine de kurdu vurmak gerek!?…).
Kazan Han’ın önüne bir su çıkar. “Su kaçan haber verse gerek, sudan geçti gitti. Bu kez yolda bir kurda duş oldu. ‘Kurt yüzü mubarekdür[32], kurd ilen bir haberleşeyim’ dedi… Kazan aydur:”
“Karanu ahşam olanda günü doğan
Kar ile yağmur yağında er32 gibi duran
…
Mere sırtı yoluk boz kurt
…[33]
“Dede Korkut döndü, Bay Büre evlerine geldi”.
“Bay Büre aydur: ‘Dede Korkut şen mi gelür, saht mı gelür, gördüler kim güle güle gelür’; Bay Büre Beg aydur: ‘Dede oğlan mısın, kız mısın? Kurt musun, koyun musun?’ dedi. Dede aydur: ‘oğlanam, kurdam32’ dedi…”[34]
“Babasıyla Yegenek gizlü yaka tutuban yiliştiler. İki hasret birbirine buluştular, issiz yerün kurdu gibi uluşdular.[35] Tanrı’ya şükür, kıldılar”[36] Bundan sonra Kazan Beg, bildiğimiz gibi soyunu sayıyor. Bunun sadece bir kısmını tekrar edelim
“…
Azvay kurd enügü erkeğinde bir köküm var
Ağca yünlü tümen koyunun gezdürmeye”[37]
“Azvay kurd enüğü”nün koyun ‘gezdürdüğü’ne bakılırsa, yine kurt-köpek teşabühü bahis konusudur.
Kurt, Anadolu çobanının günlük uğraşının ana sorunu olmakla, hafızalardan silinemez. Dün belki efsanede ilk yeri tutuyordu; ama bugün, bir zamanlar büyük olan ününün özünü kaybetmiş olduğu bir vakıadır. Yukarda verdiğimiz, Z. Teoman’a ait bilgiler Yörük menşeli olup ancak münferit haller olarak irdelenebilir. Bunları genelleştirmek olanağına sahip değiliz.
Nazarlıkta kullanılan kurt dişine gelince, bunun ayrı bir yorum ulamına gireceğini görmüştük.
Kurttan çekinme keyfiyetinin salt iktisadî alana kaymış olmasıyla koyun kuzuyu korumak üzere bir takım yeni ritusların doğması tabii idi. Bunlar gerçekten doğmuşlardır ve uygulanmaktadırlar, Anadolu’da, kaybolan hayvanın bulunması gayretine ek olarak.[38] Ne derlerse desinler, bir koyunun bedeli, kurdun bugün “kutsiyeti”nin kat kat üstündedir. Kaldı ki kurt postu da “para ediyor”… Bütün bu hikâyelerde her şeyi Asya’ya irca etme gayreti içinde olanların gerçekleri saptırma eğiliminde bulunduklarını göz önünden uzak tutmamak gerekiyor.
Kurdu biraz da Asya çerçevesi dışında izleyelim. Daha önce, Roma’da sürüleri kurttan koruyan tanrı Lupercus ve onunla ilgili Lupercales bayramından söz etmiş, Dişi Kurt’un Ana Tanrıça’nın bir avatar’ı olduğunu anlatmıştık. Bu Ana’lık duygusuyla dolu Kurt, Romulus-Remus ikizlerini Ficus Ruminalis’in gölgesinde emzirmişti. Asya’dan Roma’ya giden uzun yolda kurt cinsiyet değiştirmiş!…
Strabon’a göre (VII.3.13) Dakya’lılar önce daoi tesmiye edilirlermiş. Hesichius tarafından muhafaza edilmiş bir gelenekten daos’un, “kurt”un Phrygia’lı adı olduğunu öğreniyoruz. Bu itibarla Dakya’lıların evvelce kendilerine “kurtlar” ya da “kurtlar gibi olanlar” adını vermiş oldukları anlaşılıyor. O ise ki kurt, muharip tipinin numunesidir: kurdun davranışlarının ve dış görünüşünün taklidi, askerî süluk ve gizli muharip derneklerinin farikasıydı. Bu itibarla Dakya’lıların ethnik adlarının bir muharipler derneğinin ritüel lâkabından türemiş olması muhtemeldir.[39] Az mı uğraştırmıştı Roma imparatorlarını, bu Dakya, nam-ı diğer Daçya’lılar?…
Gerçekten kurt cinsiyet değiştiriyor, Roma yolunda. J.-P. Roux’nun yukarda sözünü ettiği “mitolojik cima”da kurdun erkek rolünde olduğu anlaşılıyor. Bunu bize Mahmud da kanıtlayacak: “Tilkü = tilki. Kinaye olarak kız çocuklarına söylenir. Bir kadın doğurduğu zaman ebeden “tilkü mü togdı azu böri mi?” diye sorarlar;… Kıza, aldattığı ve yaltaklandığı için “tilki” denir; erkeğe yiğitliği dolayısıyla “kurt” derler”[40]
Alan-Koa, gece çadırın bacasından sızan ışık vasıtasıyla girerek karnını okşayan ve nurunu kadının vücuduna geçiren, çıkarken de güneş veya ayın nurları üzerinden “sarı bir köpek gibi sürünerek” çıkan “sarışın adam”dan gebe kalmıştı.[41] Burada kurtla köpek arasında bir tereddüdün varlığı görülüyor, sanki bu iki hayvan arasında bir karıştırma olmuş gibi; gerçekten bozkırların kurdu garip şekilde göçebenin çoban köpeğine benzer. Mamafih künhüne varamadığımız nedenlerle bililtizam kurt temasından köpeğinkine geçilmiş de olabilir. Her ne hal ise, birinin diğerine kaim olması keyfiyeti hayli eskiye dayanıyor. Çok sayıda mitos bunu gösteriyor.
Daha kuzeye ve batıya kayalım. Buralarda var olan “tahıl ruhu” kavramına bağlı tanrıyı öldürme fiili bahis konusu olmakla Adonis, Attis, Osiris, Dionysos, Demeter mitos ve ibadetleri yeni boyutlar kazanmaktadır. Tahıl ruhu’nun girdiği “don”ların başında kurt gelmektedir. Ruh ayrıca köpek, tavşan, tilki, horoz, kaz, bıldırcın, kedi, keçi, inek (öküz, boğa), domuz ve at kılığına bürünür. Bu kılıkların biriyle ruhun tahılda bulunduğuna ve son demet biçildiğinde yakalandığı ya da öldürüldüğüne inanılır. Tahıllar biçildikçe ruh, orakçının önünden kaçar. Orakçılardan biri tarlada hastalanacak olursa bilmeyerek tahıl ruhu’na basmış, ruh da onu cezalandırmış demektir. “Çavdar kurduna yakalandı” denir. Son sapı kesen veya son demeti bağlayana Çavdar kurdu, Yulaf keçisi… gibi, hayvanın adı verilir. Bu adı bütün yıl taşır.
Tahıl ruhu Fransa, Almanya ve Slav ülkelerinde bir kurt veya köpek şeklinde tahayyül edilir. Rüzgâr başakları dalgalandırdıkça köylüler “Kurt yürüyor”, “Kurt, tahıl arasında” derler. Çocuklar bu kurtla korkutulur. Hasat âdetlerinde bu hayvan rol alır.[42]
Mısır’da Thebes’in hayvan-tanrısı koç, Mendes’inki keçi, Lycopolis (Lukônpolis – “kurtlar kenti”)inki de kurttu.
Macar’lar gibi Turanî aileye mensup Estonya’lılar da yaz inkılâbını (tahavvul-ü şemsî) tesit ederler. Bunlar, Aziz Yohanna ateşinin cadıları sürülerden uzak tuttuğuna; ritüele katılmayanların arpasına deve dikeni, yulafına da sair yabani ot karışacağına inanırlar. Çıkan asrın ortalarına kadar, şenlik ateşi yakmayan Fransız köyünün bulunmadığı mukayyettir. Halk bunun etrafında raks edip üzerinden atlar: haneleri böylece yıldırım, yangın ve büyüden korumuş olacaklardır. Ancak bu festivalin bir özelliği de, her yıl, Haziran’ın 23’ünde, Aziz Yohanna günü arifesinde, Yeşil Kurt Uhuvveti’nin yeni bir önder seçmesi olup işbu kardeşliğin yeni başı Yeşil Kurt unvanını alır ve özel bir elbise giyer. Beraberce bir basit yemek yenir. Sonra Yeşil Kurt’un ateşe atılmasının taklidi yapılır. Buraya kadar Hristiyan normları içinde cereyan etmiş ritus, gece yarısından sonra bir Bakkhanal’a dönüşür…[43]
Daha önce de sözünü etmiş olduğumuz Lupercales bayramını Roma’da 15 Şubat olarak tespit etmişlerdi. Her şey sütnine Kurt Ana Tanrıça’nın bir avatar’ı imiş gibi geçmekteydi. Bu süt verme işinin yer aldığı mağara ağzına telmihen Lupercal mağarası adını alan mahalli Virgilius Mavortis antrum tesmiye ediyor, zira Mars, Romulus ve Remus’un babası oluyor. O ise bu tanrı büyük Tanrıça’nın refiki-kocası idi ve alâmeti kurttu.
Girit’te, adını taşıyan kentin banisi Miletos, babası Apollon tarafından gönderilmiş kurtlar tarafından beslenmişti. Latin ve Girit efsanelerinin müşterek yanı ortaya çıkıyor: Miletos, Romalı İkiz’ler gibi, bir kurt – tanrı ile bir Dişi Kurt’un oğlu olan bir insan-kurt’tu.
Bütün bunlar bizi Helen öncesi sibakına götürüyor. Ancak, Miletos ve İkiz’leri bir savaş tanrısından olmuş muharip kahramanlar gibi gördüğümüz andan itibaren her iki efsane arasındaki bağıntı çok daha iyi tefrik edilir.[44]
Aslında çok uzun olan Kurt masalını biz bir varsayımla bitireceğiz.
İlerde üzerinde az çok duracağımız danslar arasında hayvan kılığına girmiş olarak icra edilenler için “bunda bir kültün işareti mevcut olup insanoğlu, beslenmesinin dayandığı hayvan türlerinin doğurganlığını korumak veya artırmak amacıyla hayvan cinsiyle ayniyet hâline gelmektedir. Beslenmenin ve üremenin esrarengiz kuvvetleri başlıca ilgi ve meşgale odaklarından biri olduğundan, bu kuvvetlere doğaüstü sihrî bir etkiyi yaymak üzere rituslar tasavvur edilmiştir; doğa, Malinowski’nin sözüyle bir ‘canlı kiler’dir” deniyor.[45]
Sorunu bu açıdan ele aldığımızda bozkırın adamı, “canlı kiler”ini korumak üzere kurtla bir “uzlaşma”ya girmiş, onu kendine ata yapmış olamaz mı? Bu koruma gayesiyle canavarın hareketlerinin nasıl dikkatle izlenmiş olduğundan bahsetmiştik. Bu, işin “teknik” yönüydü. Bir de sihri yönü denenmiş olamaz mı? Aynı şeyi Ön Asya ve Avrupa’nın ilk toplumları için de söylemek mümkün gibi görünüyor.
Okuyucularımız “masal” tabirimizi yadırgamış olabilirler. Biz onu “mitos” yerine kullandık, Sokrates öncesi Rasyonalistleri hatırlayarak, “…denetlenmesi olanak dışı olaylar bahis konusudur; eskilikleri, inanmayı kenara iten bir mitos karakterine bürümüştür onları; en kesin delillere göre bunlar, eskiliklerine binaen, yeterince yerleşmişlerdir” diyor Thukydites.[46]
[1] F. Köprülü.- Bayrak, in İA, s. 413.
[2] Bu kültün bugün dahi Türkiye’de devam ettiğini söyleyebiliriz: Kore’de Kunuri savaşları sırasında Alay Sancağı’nın önderliğinde Çin hatları yarılmıştı.
[3] F. Köprülü.- op. cit., s. 403-4.
[4] B. Ögel.- Türk mitolojisi 1. s. 47.
[5] DLT, I/342.
[6] Bkz. C. I, s. 145-6.
[7] B. Ögel.- op cit., s. 15.
[8] O. Ş. Gökyay.- Dedem Korkudun Kitabı, s. 100.
[9] J.-P. Roux.- Faune, s. 227-8.
[10] DLT, III/5-6.
[11] ibd. 220.
[12] B. Ögel.- op. cit., s. 194.
[13] ibd., s. 14.
[14] ibd., s. 15-7.
[15] ibd., s. 18.
[16] ibd. s.22-3.
[17] ibd., s. 139-40.
[18] ibd., s. 282-3.
[19] Bkz. C. I, s. 143, 285 ve dev.
[20] J.-P. Roux.- Faune, s. 32-3.
[21] ibd. s. 127-9.
[22] Bkz. C. I, s. 173.
[23] Bkz. C. I, s.113.
[24] I. Mélikoff.- Abû Muslim, s. 139.
[25] ibd., s. 123.
[26] J.-P. Roux.- Faune, s. 137-9.
[27] ibd., s. 232.
[28] ibd., s. 321.
[29] Z. Teoman.- Bozkurt efsanesinin Anadolu’daki izleri, in TFA 33, Nisan 1952.
[30] O. Ş. Gökyay.- Dedem, s. CDXLIX.
[31] A. R. Yalman.- op. cit. II, s. 129.
[32] Tarafımızdan belirtildi.
[33] Dedem Korkudan Kitabı, s. 20.
[34] ibd., s. 38.
[35] Tarafımızdan belirtildi.
[36] Dedem Korkudun Kitabı, s. 103.
[37] ibd., s. 138.
[38] J.-P. Roux.- Traditions, s. 271 ve dev.
[39] M. Eliade.- Histoire II, s. 448.
[40] DLT, I/429.
[41] Gizli Tarih, par. 21.
[42] J. G. Frazer.- The Golden Bough, s. 588 ve dev.
[43] ibd., s. 822-4.
[44] J. Przyluski.- op. cit., s. 105-8.
[45] E. O. James.- Le culte de la Déesse-Mère, s. 17.
[46] I/XXI, Thucydide. La guère du Péloponèse, trad. J. de Romilly, Paris 1968.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.