Aslan yontu ve kabartmalarının da Anadolu’nun en eski hayvan temsil sanatlarından birinin konusu olduğunu belirtelim. Gerçekten Anadolu’nun birbirini izleyen hâkimleri mahallî dini söküp atmayı başaramamışlardır. Hattâ Teshub kültü Roma çağında Jupiter Dolichenus ve Kubaba’nınki de Kybele’nin hatları altında kendilerini devam ettirmişlerse, Anadolu’nun oğul-tanrı’sı, aslanlı Apollo’nun kadim şekline damgalarını basmaktan geri durmamışlardır.[1]
Eskiye ait olmak üzere, daha önce içinde kısa bir dolaşma yaptığımız İzavra (buraya Bozkır’da Zengibar da dendiğini hatırlıyoruz) öreninden iki kaya mezar aslanıyla (fot. 281 ve 282) Ermenek’ten çıkmış ve Karaman’a taşınmış bir Hitit (?) aslanını (fot. 283) verelim. Aphrodisias kentinin kapısını Boğazköy’de Hattusa kentinde olduğu gibi, aslan korumaktadır (fot. 284). Fot. 285, bu aslanın ayrıntılarını verir: kuyruğu bir ağaç gibi (Hayat Ağacı?) dikilmiştir.
Mithra, dininin salikleri için baş tanrıdır. O, bütün tanrısal mahiyeti içinde zahir ve şüphesiz (nahe – imminent) gibi hissedilir ve şefaatçi (μεσίτης) olarak tekrim ve taziz, edilir. Bununla birlikte en yüksek tanrı Mithra değildir. İlâhî meratibin en üstünde ve her varlığın başlangıcında “Sonsuz Zaman” vardır. Bu alî tanrı gerçek doğulu tabiatıyla temsil edilir: insanlardan uzakta, insana benzemez, yanına yaklaşılmaz, numinos ağırlıklı bir varlık. Buna Aion, Saeculum, Kronos, Saturnus gibi adlar verilmiştir.
Mısırlılar, Babilonya’lılar ve Asurlularda, bir tanrısal varlığın hayvan ya da yarı hayvan şeklinde temsil edilmesiyle bunda numinos hissinin yaratılacağı telakkisi mevcuttu. Fot. 286’daki Aion’da insan şekli ve duruşunun üstünde aslan başı bulunuyor. Sırtında iki çift kanat bulunuyor. Bir yılan bedenini sarmış. Her iki elinde birer anahtar tutuyor. Aslan kafası kuvvet ve kudreti; kanatlar, hareketinde sürati; sarılmış yılan, güneşin medar-ı şemsî (ecliptic) üzerindeki helezonî mecrasını simgeliyor. Anahtar ise tanrının mutlak hâkimiyetinin ifadesi oluyor. Şek. 55’deki Aion’da ise yılanın başının aslan başı üzerinden görünmesinden başka, beden üzerinde Koç, Terazi, Akrep, Cedi-Teke (Capricorn) resmedilmiş. Bu da Zodiak’la ilintiyi gösteriyor.[2]
Aslan, dinî düşünce sistemi tarihçesi içinde, şekil almaya başlıyor. Doğu “uç”lara doğru devam ederek Hint’e bakalım: burada simha, birçok kelime ve özel adın terkibine giren ve Sanskritçe “aslan” anlamına gelen bir sözcük olmanın ötesinde, sembolik olarak krallık veya otorite kavramını içerirdi. Buddha Çakyamuni’ye çoğu kez “Çakya’ların aslanı” denirdi ve aslan sureti, özellikle tanrı ve kral tahtlarını süslerdi.[3]
Gelelim beriye. Suriye Hierapolis’inin Dea Syria’sının karakteristik hayvanı aslandı. Atargatis’in iki yanında da birer aslan bulunurdu. Bu hayvan ona vakfedilmişti.[4]
Anadolu Selçuklularında aslan, heykel olarak yapılan tek figür olup kabartmalarda çoğunlukla çift ve mütenazır olarak görünür. Ayrıca aslan başı, konsol ve çörtenlerde çokça kullanılmıştır. Kabartmalarda bazen kuyruk uçları ejder başıyla son bulur ve ucu, bazen balık kuyruğu şeklinde kıvrık kanatları da haiz olabilir.[5] Burada, ejderha ve kanadın sembolizminin yanı sıra doğruca tezyini amaç da güdülmüş olabilir.
Aslanın bütün kültürlerde kuvvet ve kudretin simgesi olarak görüldüğü malûmdur. Kentleri, kaleleri, sarayları, tahtları o korur. II. Gıyaseddin Keyhüsrev onu arma olarak kullanmıştı, bugün İran bayrağında olduğu gibi.
Başka vesilelerle verdiğimiz fotoğraflarda da epey aslan figürü yer almaktadır.
Erzurum Yakutiye Medresesi portalinde, tepesine kartalın konmuş olduğu Hayat Ağacı’nın dibini de, birbirlerine bakan iki aslan korumaktadır.[6] Kökeni ne olursa olsun, geniş bir hayvan mitolojisinin varlığı açıktır. Buna totemcilik diyenler de az değildir. Biz, müphemiyetini muhafaza eden bu kavramı biraz aşağıda kısaca irdeleyeceğiz.
Sivas’ın Suşehri ilçesinde metfun bulunan Horasan’lı Şeyh Bahattin Baba için anlatılanlar bu mitolojinin varlığını bir kez daha kanıtlar: “Bahattin Baba, zemheri ayında yüksek yerlerden kırmızı gül, tutya[7] ve sair çiçeklerden toplar getirir; her gün kırk geyik Bahattin Baba’nın kapısına gelir, bunlardan beşini her gün kurban eder, diğerlerini sağıp sütünü yerlerdi. Her gün yedi aslan gelip tekkeyi beklerdi… Evine odun lâzım olsa develer, dağdan odun yükleyip getirirler, bir yerden düşman hücum etse, binasının etrafında ejderha zuhur edip, her biri filler gibi olup muhafaza ederlerdi”.
Bektaşî olduğu anlaşılan Baba, çeşitli kerametlerinden birini yine geyik aracılığıyla gösteriyor: “…Kerbelâ destine gelip, imam Hüseyin makamını ziyaret edip, taam pişirip ziyafet verdi[8]… Burada iken aşure ayı idi… Şeyh Nusret ve doksan bin evliya orada hazır oldu. Evliyalar Bahattin Baba’yı imtihan etmek istediler. Şeyh Nusret Hazretleri, Bahattin Baba’ya hitaben “bir geyik yavrusuyla doksan bin evliyayı doyur” dedi. Ol vakit Bahattin Baba hemen Kerbelâ’ya nazar kıldı. Gördüler ki bir geyik kuzusu meleyerek doğruca Bahattin Baba’nın önüne geldi. Biznullah lisana gelip kuzu “beni kurban eyle evliyaların kursağına nasip olayım” dedi. Ol vakit Bahattin Baba hemen tekbir alıp kuzuyu kurban eyledi. Badehu ateşsiz ve susuz olarak pişirdi ve… ortaya getirdi. Doksan bin evliyaya taksim edip yedirdi. Hepsi doydular[9]. Ondan sonra evliyalar nazar edip gördüler ki kuzu tamam duruyor… Kuzu dirilip Kerbelâ yazısına yüz tutup gitti…”[10]
Durdurduğu yürüyen kayalar üzerinde el izleri de bulunan Baba, bir kez daha çok yaygın bir temayı dile getiriyor: İsa gibi, Ahmed Yesevî gibi, bir ekmeği doksan dokuz bin kişiye bölmüş, hepsinin karnı doymuştu.[11]
Ejderha’nın da gerçek hayvanlar arasına karışması onun Asyalı unsurlar beynindeki muhkem yerini kanıtlar. Bu karışma sadece masalda kalmayıp mimari taş eserler gibi dayanıklı yapılarda da sık görülür: Erzurum Çifte Minare Medrese cephesinde, çift başlı kartalı taşıyan Hayat Ağacını çift ejderha tamamlıyor. Keza Kayseri-Sivas (Tuzhisar) Sultan Hanı’nın köşk mescidinde (1232-36)[12]; Konya kalesinden gelip İnce Minare Müzesi’nde teşhir edilen çift başlı (takr. 1220) ejderhalar bu manzumedendir. Selçuklu mimarlar bunlarda, daha önceki eserlerinde, meselâ Suriye’deki Zengi, Halep kale kapısında kabartma olarak yonttukları (1146-1181)[13] ejderhaları tekrarlamış oluyorlar.
Fot. 287’de görülen, yılan bedenli ve kuyruğu bir başka ejderha başıyla biten Selçuklu ejderha kabartması (takr. 1221 yılına ait), bir zamanlar Konya kalesini süslemiş. Aynı tarihlerin benzer mahlûkatı Bağdat’ta Tılsım Kapısı’nı süslemekteydi. Ancak bunlar, düşmanı, özellikle Harzemşah ile Moğol müstevlileri temsil edip Halife Nasır tarafından boğulur hâlde resmedilmişlerdi. Her ne kadar ejderha, bir sanat şekli olarak, Çin’den ya da Hristiyan dünyasından Selçuklulara geçmiş olabilirse de mahallî bir sanat türü de olabilir, zira Firdevsî onu Türk kökenli Orta Asya göçebesinin sembolü olarak kullanıyor.[14]
Dönelim aslana. Bunun, günümüze kadar çıkmış, yazıyla temsil şekli de var: fot. 288 ve 289. İlki (M. Aksel’den) “Ali ibn-i Ebu Talib keremallahu vechehul galib radiyallahu taalâ anhu”, diğeri, (J. K. Birge’den) “Bismî esedullah vechullah elgalib Ali ibn-i Ebu Talib” yazılarından oluşmuş iki aslan olup mebhusün anh’ı her ikisinde Ali olmaktadır.
Tokat Gök Medrese ile Ankara Etnografya müzelerinde Tokat’tan gelme ve XIV. ve XV. yy.lara ait, üzerlerinde tek ve çift başlı aslan kabartmaları bulunan mezar taşları sergilenmektedir. Tokat’ın önemli Bektaşî merkezlerinden olduğu dikkate alındığında “Aslan-Haydar”ın, mezar taşında görünmesi bir bakıma izahını bulur.
[1] R. Dussaud.- Prélydiens, s. 172.
[2] H. Haas.- Bilderatlas zur Religiongeschichte 15. Die Religion des Mithra, Leipzig 1930, s. XV-XVI.
[3] GLE ve ML.
[4] H. J. W. Drijvers.- op. cit., s. 30, 66, 90, 92, 106-7, 115.
[5] T. Talbot Rice.- The Seljuks, s. 172. Selçuklu aslanının başlıca numuneleri için bkz. G. Öney.- Anadolu Selçuklu mimarisinde süsleme ve el sanatları, s. 34-38.
[6] Bkz. G. Öney.- İslâm süsleme ve el sanatlarına Türklerin katkısı, in İslâm sanatında Türkler, İst. 1976, s. 176.
[7] Mor renkli, kokulu bir kır çiçeği (DS).
[8] Communion.
[9] İsa’nın ekmekle gösterdiği mucize.
[10] I. Ege.- Suşehri’de Şeyh Bahattin, in SF -9-70, Ekim-Kas. 1978.
[11] Bkz. C. I, s. 822.
[12] G. Öney.- Anadolu Selçuklu mimarisinde süsleme, s. 45.
[13] G. Öney.- İslâm süsleme, s. 163.
[14] T. Talbot Rice.- The Seljuks, s. 266.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.