Kültür Eserleri > THKK 2/A - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > 120. Bölüm

Kartal ile ilgili kült ve inançlar *

Mısır pantheon’unun bir hayvanat bahçesi manzarası arz ettiğini hep biliriz; ancak, bu tabiat üstü hayvanlar, zeminlerle ayniyet halinde tutulmuş insan çevrelerinin sembolleri olmaktadırlar; bu sembolizm, bu yeminler devamlı şekilde fezeyandan kazanılmış, mütenaviben su altında kalmış ve insanoğluna iade edilmiş olmakla, daha da kesin şekil almaktadır. Taşkın ve ardından suların çekilmesi, ritüel denecek bir takyit ve neredeyse semavî bir intizamla toprağa mümbitlik sağlamaktadır. Bu derece kutsallaşmış doğa, aynı bir hayvan ve insan hayatıyla ruh kazanmış, o nispette de tanrısallaşmış olarak belirir. Toprakla ilgili bu aynı hads (intuition), kadim Mısır’da olduğu kadar Hind’te de görülür: hayatın birliği, insanla “dun kardeşleri”, daha doğrusu, ister vahşi, yırtıcı, ister evcil hayvanlar, sürüngenler veya öküz cinsleri olsun, muhterem ataları arasında bir muadelet tesis etmektedir. İnsanoğlunun toprağa sadık kalmasının yollarından biri de hayvaniyetinin inançlı hatırasını muhafaza etmektir. Bununla birlikte göz önünde tutulması gereken önemli bir husus da, tanrı olarak bilinen, belli bir hayvan cinsi olmayıp o cins içinden seçilmiş muayyen bir tanesi olması keyfiyetidir. Bu, hayvanlarla insanlar arasındaki yakınlığı damgalar şöyle ki birinciler, aralarından bir tanesinin üstün değeri nedeniyle tebcil edilmektedirler.[1]

“Dede Korkut hikâyeleri totemizm devrinin izlerini de muhafaza etmiştir. Oğuz kahramanı Tepegöz’e kendini tanıtırken “Atam adın sorar olsan, kaba ağaç; anam adım sorar isen, kağan aslan, benim adım sorar isen, Aruz oğlu Basat’tır” diyor”.

“Salur Kazan, Tekfür’ün “Oğuz’a söv, bizi öv” dediğine karşı şu cevabı veriyor: “Kendi aslım kendi köküm, sımağım yok, seni öğmeğim yok… Ak kayanın kaplanının erkeğinde bir köküm var, ortaç kırda sizin geyiklerinizi tungurmaya; ak sazın aslanında bir köküm var kaz alaca yurdunu turgurmaya; ayvaz kurt inügi erkeğinde bir köküm var, ağca yünlü tümen koyununu gezdirmeye, ak sungur kuşi erkeğinde bir köküm var, ala ördek kara kazın uçurmaya…”. Kazan için “türlü kuşun yavrusu” denildiği gibi Bamsı Beyrek için “çalkara kuş erdemlü” denilmektedir…”[2]

Her konuda olduğu gibi bunda da Hindistan, Ön ve Orta Asya arasında mutavassıt rolünü oynamış: Taksila’da Ön Asya etkisini belli eden iki başlı bir kartalla bir mabet bulunmuştur. İran’dan gelen sanat heyecanından başka megalit kültürün olgunlaşmasıyla böyle putlar yapımına temayül artmıştı.[3]

Kartal’ı da, Asya ve Anadolu’da takip etmezden önce onun genel sembolizm içindeki yerine bir göz atalım.

Bulutların üstüne çekilebilme ve güneşe doğruca bakabilme kabiliyetinde olan kartal, evrensel olarak hem semavî, hem de şemsî bir sembol olarak telakki edilmiştir. Aslında bunların ikisi mezcedilebilir. Kuşların kralı olmakla da, bunların temsil ettikleri genel sembolizm, ezcümle melekleri, alî ruhanî halleri damgalar. Klasik Eskiçağ’larda da, çoğu kez kendisiyle ayniyet haline girdiği Zeus’un kuşu olup bu tanrı, daha evvel söylediğimiz gibi, dünyanın iki ucundan birer kartal uçurup bunları Delphis omphalos’unun şakulinde buluşturup orada durdurmuştu.

Kartal, güneşe sabit nazarlarla bakabilmesi itibariyle, fikrî nurun doğruca idrakinin de simgesi olmaktadır. Ortaçağ’ın bazı sanat eserleri onu, Uruc ve bazen de Kral’lığını ifade ettiği İsa’nın kendisiyle ayniyet haline sokmuşlardır. Bu ikinci tefsir, yani Cihan’ın Kral’lığı keyfiyeti, Roma’nın imparatorluk simgesinin bir tatbikinden ibaret olup bu, sonradan, Ortaçağ Mukaddes İmparatorluğu’nun da simgesi olacaktır.

Kartalın diğer bir şemsî görünümü, başlangıçta bu cinsten olan mitolojik Garuda’dır. Kendisi dahi şemsî tabiatlı olan Vishnu’nun bineği bu ateş gibi parlak kuş, ayni zamanda nâgâri, yani yılanların düşmanı’dır. Kartal-yılan düalizmi evrensel olarak Gök-Yer’inkini, ya da meleğin şeytanla mücadelesini ifade eder”

Garuda ayrıca kuvvet, cesaret, nüfuz edebilmenin sembolü olup kartala da, görme kabiliyetinin keskinliği sebebiyle bu vasıflar atfedilmektedir.

Garuda, yarı insan, yarı kuş olan bir yaratıktır. Başı, kanatları, pençeleri ve gagası kartalın; beden, kol ve bacakları insanınki gibidir. Yüzü beyaz, kanatları kırmızı, bedeni altın rengidir. Yılanlara karşı büyük düşmanlığını, kuması (ortağı) ve üstü olan, yılanların anası Kadru ile kavga eden annesi Vinatâ’dan, tevarüs etmiştir. Doğarken rengi o derece parlakmış ki tanrılar onu Agni sanıp ona tapmışlar.[4] Nâga da, insan yüzlü, kobra gibi yayılmış enseli ve yılan kuyruklu bir yarı-tanrıydı. Ancak, tarihte bu isimde bir kitle de bulunuyor ve muhtemelen mitolojik öykü, tarihî vakıalara dayanıyorsa da bunlar fazlaca birbirlerine girmiş durumdalar. Bu konuda en güvenilir kuram, bu insanların Hindu asıllı olmayıp İskit’lerle ilişkili bir ırka mensup olmaları ve adlarını da, büyük olasılıkla, bu kişilerin yılana tapmış olmalarından almalarıdır.[5]

Kartalın, “Ağaç”ın muhafızı olduğunu görmüştük. Kozmik ağacın doruğuna konmuş olarak bu görevini ifa eder..Onunla, zamanında tefeül de edilirdi: tanrılar, arzularını, bunların uçuş şekilleriyle yeryüzündeki bu işin “uzman”larına bildirirlerdi. Priam, Achileus’dan Hektor’un cesedini istemeye gideceği zaman Zeus’tan “sağ tarafında kartalın görünmesini” diler. Tanrı da bu dileği is’af edince “herkesi büyük sevinç kaplar…”.[6] Kartalın sol tarafta görünmesi uğursuz sayılırdı; burada sağ-sol sembolizmini de bulmuş oluyoruz.[7]

Yerde aslan ne ise gökte de kartal odur: en üst mertebede güç, hükümranlık, deha, kahramanlık, her türlü mütealî hal ona vergidir. Çok umumi olarak, içtimai veya ruhî yükselmenin, ona istisnaî bir iktidar veren ve onu yükseklerde tutan gökle münakalenin, sembolüdür.

Ezechiel, düşünde “…ortada, görünümleri insana benzeyen dört hayvan belirdi. Her birinin dört yüzü ve dört kanadı vardı. Ayakları düzdü, tabanları da bir dananınki gibiydi, parlatılmış tunç gibi şaşaalıydılar… yürürken arkaya dönmezlerdi, dosdoğru giderlerdi. Yüzlerine gelince hepsinde insan çehresi, dördünde de sağda bir aslan yüzü, dördünde de solda bir inek yüzü, dördünde de bir kartal yüzü vardı…” diye anlatıyor gördüğü melekleri.[8]

İran’ın İslâm öncesi geleneğinde, kartalın güç ve kudreti, onun bir sembol tipi olarak kabul edilmesini intaç etmiştir. Daha Med ve Pers’ler devrinde, kartal zaferin simgesiydi. Bu konuda birçok tarihî hikâye de anlatılır. Bunlardan biri Herodotus’dan: Dara ile İran’ın yedi âyanı, tahtı gasp etmiş bulunan Gaumata’nm sarayına yürümeye tereddüt ettikleri bir anda, yedi çift şahinin (çoğu kez İran ikonografisinde şahinle kartal tefrik edilmez) iki çift akbabayı kovalayıp onlardan tüy kopardıklarını görürler; bunu başarı işareti sayıp saraya yüklenirler.[9] Ahmenî İran’ın sancağı bir mızrak üzerine oturtulmuş kanatları açık bir altın kartaldan ibaretti. Bu sembole Mazdeizm’de bilhassa varana, ilâhî kudret ve zaferin nuru bağlıdır. Avesta’da varana, bir kartal ya da şahinle temsil edilir. Bu Kitap’a göre dünyanın ilk (veya Firdevsî’nin Şahnâme’sine göre üçüncü) kralı Cemşid bir gün bir yalan söylediğinden, onda bulunan varana onu terk etmişti; bütün harikulâde vasıflarını kaybeden kral mağlûp ve tahtından olmuştu.

İslâm sonrası İran geleneğinde ise kartalla simürg aynı müşterek niteliği arz ederler. (Rüya ve falda, kartal kudretli bir kralın sembolü olmasına karşılık kral, uğursuzluk ifade eder. Rüya tabirine dair bir İran sözü şöyledir: “düşünde bir kuş ya da balık görürsen ya kral olursun, ya da devlet kuşu başına konar”[10]

Mısır hieroglyph sisteminde A harfi bir kartal şekliyle ifade edilir ki bu da hayatın sıcaklığı, Başlangıç, gün’ü temsil eder. Güneşle ve dişil tabiatı ilkah eden, eril faaliyet kavramıyla ayniyet halinde tutulması dolayısıyla “baba” fikrinin de sembolü olmuştur. Eski Suriye’de insan kollu kartal, güneşe tapmanın da simgesiydi. Aynı zamanda ruhları ölümsüzlüğe götürürdü.[11]

Fırat kıyısında, Commagene’de Zeugma’dan çıkma ve halen Urfa Müzesi’nde bulunan birkaç kabir taşı üzerinde bir kartal veya bir sepet yün veya bunların her ikisi birden temsil edilmiş olup F. Cumont bu kartalı, ölünün teali edilmesi, adamına göre de tanrısallaşmasının sembolü olabilecek “kabir kartalı” olarak yorumluyor. Kartal, bir dinî manayı da haiz olup Edessa dininde bunun kültü, oldukça önemli bir yer tutmaktadır.

Harran’da Arap’ların Kartal’a, Güneş ve Ay’a, Yıldız’lara, Gezegenlere ve özellikle Parlak Yıldız, yani Zühre’ye (Venus), Sabah ve Akşam Yıldız’larına taptıkları mukayyettir. Cumont’un “kabir kartalı”. Roma paganizminde bir merkezî mevkii haizdir. Eski Assur’un yakınında, bir çöl yerleşme merkezi olan Hatra’da Marren Nşr’, yani Efendimiz Kartal’ın kültü kanıtlanmıştır. Kartal, göğün tanrısını temsil edip bu tanrı, onu temsil etmesi melhuz semavî cisimlerden farklıdır. Halep’in şimalinde Tell Arr’da bulunan bir yarım kabartmanın alt kısmında kartal pençeleri görülüyor. Etek kısmında da bunun 224 yılına (Caracalla’nın 13. yılı) ait ve Zeus Beleos’a ithaf edilmiş bir yazıt bulunuyor. Bu tanrı aslında bir mahallî Bel-Baal olup Palmyra’da olduğu gibi bu yöresel tanrı da bir kartalla temsil edilmekteydi. Aynı yerden çıkmış bir başka kabartmada da bir kartal, sağ kanadının altında, elinde meşale tutan bir tanrıçayla sol kanadının altında, sırasıyla ay ve güneşi simgeleyen kıvrık bir yılanı tutan bir tanrıyla birlikte temsil ediliyor.[12]

İran’da olduğu gibi Asya’da da yırtıcı kuşların çoğu kez birbirlerine karıştırıldıklarına tanık oluyoruz. Bunlar Oğuz boylarının ongun’ları oluyorlar. Bazılarına bir göz atalım.

Kayı boyunun kuşu şunkar-songhur, yani sungurdur.

“Her ne kadar baykuşa ühi denilmekte ise de öz kelime, Kıpçak diyeliğinde olduğu gibi ügi’dir”[13] Yabakulak da “Kuşlardan baykuş. Yabaku ve Yemek dillerince”dir. [14] Bunlar da Bayat boyunun kuşu oluyorlar. Kutadgu-Bilig’in bir nüshasında bunlara sarığ-kuş da denilmiş. Bu sonuncusu ise baykuşların doğan türünden bir cinsi olmalıdır.

Yazır boyunun kuşu turumtay, yani bir cins doğandır. Bu sözcük Doğan, Şahin… gibi özel ad olarak da kullanılmıştır. Buna sahip olanlardan biri, daha evvel bahsi geçmiş olan Amasya valisi ve o ilde türbesi bulunan Seyfeddin Turumtay’dır. Bu adlardan ilki adamın Müslüman oluşunun ifadesinden ibarettir: bir vali, elbette ki din uğuruna kılıcını koyacaktır…

Yapar boyunun kuşu olan kırgu için Kaşgarlı “kırkuy: atmaca kuşu; atmacaya benzeyen bir kuşa da çibek kırguy denir” diyor.[15]

Bir nevi atmaca olan kızıl-karçıgay kuşu da Dodurga boyunun ongunu olmuştur. Avşar boyununki ise cure-laçin’di. Bu bir beyaz doğandır. Begdili boyunun kuşu bahrî kuşu adını taşıyan (Arap etkisi?) bir deniz doğanıdır. Çavuldur boyunun ongunu olan bugdayık kuşu, kartal türünün en büyüğü ve kartalların en yırtıcısıdır. Bir Kırgız atasözü “kuş törüsü (reisi) buudayık, it törüsü kumayık” diyor.

Ve doğanlar, sungurlar, şahinler ve de… hüma (humay-kumay – Çepni boyu).[16]

Buryat Moğol’larına ait bir efsaneyi dinleyelim: “Çok önceleri, ne hastalık, ne de ölüm varmış. Fakat zamanla kötü ruhlar yeryüzüne çıkıp insanlara kötülük getirmeye başlamışlar. Bunun üzerine de Tanrı, insanlara yardım etsin diye gökten bir kartal göndermiş”. Fakat bu, insanlarla anlaşamamış. Bunun üzerine Tanrı ona “in yeryüzüne ve karşına çıkacak ilk insanı, senin dilini anlayabilecek bir şaman yap” emrini vermiş. “Bunun üzerine kartal… bakmış ki, bir ağacın altında bir kadın uyuyor. Bu kadını kocasından ayırmış ve onunla yaşamaya başlamış. Kadın böylece kartaldan gebe kalmış ve… bir erkek çocuk doğurmuş. Çocuk zamanla büyüyerek büyük bir şaman olmuş. Yeryüzünün en büyük şamanı ve bütün şamalıların atası da bu olmuş”.

Bu vesileyle, daha önce üzerinde uzunca durmuş olduğumuz “Hayat Ağacı” motifine bir kez daha değineceğiz. Birbirlerine yakın olan Kuzey Buzdenizi’nin doğusunda yaşayan Dolgan ve Yakut’larda kuş suretleri taşıyan sırıklara çokça rastlanır. Bu Gök Direkleri üzerine dikilmiş Çift başlı kartal’lar mezkûr kavimlerin kültüründe önemli yer tutar. “Sibirya’da ve Altay bölgelerinde, şehirlerin ve yurtların yanında dikilmiş uzun bir sırık bulunur ve bu sırığın üzerinde de ağaçtan yontulmuş bir kuş resmi görülürdü… Sırığın tepesindeki bu kuşa genel olarak “Gök kuşu” derlerdi. Yakut’lar ise bu kuşa kendi lehçelerinde “öksökö” adını verirlerdi. Onlara göre bu sırık da “göğün direği” idi. Genel olarak bu kuş, “Çift başlı ’bir kartal” şeklinde yapılırdı… Bu sırık göğe kadar uzanıyor ve gökte Tanrı’nın kuvvet ve kudretini temsil eden büyük kartala kadar ulaşıyordu…” diye anlatıyor V. N. Vasilyev, “kartalın teyakkuzuna emniyet edilmiş Kozmik Ağaç’ı”. Bu kavimlerin inançlarına göre “ilkbahar ve güz mevsimleri kartalın temsil ettiği ruhun iradesine bağlıdır. Kartal bir defa sallarsa buzlar erimeye başlar, ikinci defa sallarsa ilkbahar gelir. Kartal kültüyle ilgili geleneklerden anlaşıldığına göre eski zamanlarda bu kuş güneş ve Gök-Tanrı’nın sembolü sayılmıştır”.[17]

“Altay’lardaki Teleüt Türkleri arasında, Merküt soyundan gelen bir boy (sök) vardır. Bunlara göre de Merküt (Türkçe bürküt = kartal sözcüğünden gelme), efsanevî ve kutsal bir “Gök kuşu” idi. Bu kuş o kadar büyüktü ki, ay onun sol kanadını, güneş de sağ kanadını ancak kapışabiliyordu”[18]

Her iki Göktürk devleti zamanında Orta Asya’da Bar-Köl bölgesinde oturan Şato Türklerinin meşhur hükümdarı Li-Ko-yung, kartal yuvasında doğmuştu. Macar kralı Arpad’ın babası Almos, anasının bir doğandan hamile kalması sonucu doğmuştu. Osmanlı devletinin ilk beylerinden Er-Toğrul Gazi, rivayete göre, rüyasında uçan bir güvercin görüyor ve uyanınca bu rüyasını tabir ettiriyor: kendisine hükümdar olacağı söyleniyor. Esasen kendi adı da, bir doğan türünün adıydı, güvercini kovalayacak türün.

Atillâ’nın kalkanı üzerinde de doğan resmi vardı. Macarlar buna Turul derlerdi.[19]

Yesugai-ba’atur, oğlu Temuçin’i (Cengiz han) yanına alıp ona kız istemek üzere yola çıkmışken, Unggirat’lardan Dei-Seçen’e rastlarlar, o da onlara bir rüyasını anlatır: “Kaynım Yesugai! Ben bu gece bir rüya gördüm. Beyaz bir asil doğan, güneşle ayı pençeleriyle yakalayarak uçup geldi ve ellerimin üzerine kondu. Bu rüyamı başkalarına da anlattım: güneşle ayı (ancak) bakarak görmek (mümkündür), şimdi ise bu asil doğan onları yakalayıp getirdi ve ellerimin üzerine kondu. Beyaz olarak kondu… Kaynım Yesugai, bu rüya herhalde senin, oğlunla geleceğini göstermek istemiştir…”[20] Sonunda Dei-Seçen’in kızı Borte’yi Temuçin’e alırlar.

Kırgız-Kazak bakşi (şaman) duaları arasından bir tanesinde şöyle bir istiane var: “Kurban olayım (sana) kara kuş (kartal) etrafına bakınarak uç! Yumuşak böbrekten, daima kımıldanan yürekten… utandırma, dikkat ederek in! Molla kız, buraya gelsen-a! Ruhları görürsen süren, şeytan görürsen paylıyan, boynuna boncuk takınan”.[21]

İlerde üzerinde uzunca duracağımız yıldız kümesi (takımyıldız), gezegen ve sair gökyüzü kandillerinden Müşteri (Jupiter) Kara Kuş (kartal) adını taşırdı. Er-Töştük öyküsünde Büyük Kartal’ın rolü son derece mühimdir: kartal yedi gün yer üstünde, yedi gün yer altında avlanır; yuvası bir kavak ağacıdır. Kahraman Er-Töştük’ü yutar; bunda amacı onun kemiklerini düzeltmek, bu kemikleri çelik gibi sağlamlaştırarak kahramanı yaralanmaz hale getirmektir. Sağ, salim ve ciddi şekilde tekâmül etmiş durumda çıkarken uzun süre yer altında dolaşmış delikanlı böylece, günler, aylar süren bir uçuş sonunda, Kartal’ın sırtında gün ışığına çıkabilme dermanını kendinde bulabilmiştir… Bu öyküde, dişil olarak gösterilen kartal, iki işlevi yüklenmiş olarak belirir: Hayat Kuşu ve Kozmik Kuş olmak.[22] Yer altındayken Er-Töştük’e, dostluk nişanesi olarak, tüyünden bir tane vermişti.[23] (daha önce, saç ve kıllar bahsinde, bunların gereğinde hamiline yardımcı olabildiklerini, zor durumdan onu kurtarabildiklerini anlatmıştık). Reşidüddin’in yazdığına göre Olcaytu, yıldırımın zararlarından korunmak üzere başında bir kartal tüyü taşırmış. Bu dahi, hayvan zümresiyle vaki itilâfın bir tezahürüdür.[24]

Gelelim Küçük Asya’ya. Amastris’in (Amasra) Zeus Strategos’u ayakta, mızrağı elinde, kartalı da ayağının altında olduğu halde görünür. M.Ö. 340-334 yıllarına ait bir para üzerinde de kartal, bu tanrının arkasında yürür haldedir.[25] Bir ahşap heykelde de Zeus’un sol elinde bulunur.[26]

Eski dünyanın her yerinde, Zeus’a refakat eden veya onun simgesi olan bu kuş aslında Helen Zeus’una ait değildir. Ona Doğu’dan gelmiştir. Elam ve Sümer sanatında kanatları açık, çoğu kez pençeleri arasında aslanlar ya da geyikler bulunur halde temsil edilmiştir. Yemliha’daki (Ky) dev kartal, Yazılıkaya kabartmalarının çift kartalı, (Boğazköy’deki siyah taştan güzel kartal başı, bu kuşun Hitit’lerde oynadığı rolün önemini gösterir. Hattâ Boğazköy’de bulunmuş bir tablette bir kartal tapınağından söz edilmektedir. Bu rolün Roma çağına kadar sürmüş olması doğaldır (Yemliha kartalını Roma çağına bağlayanlar da var). Labraunda[27] Zeus’unun bize kartallı olarak görünmeye başladığında bu refiki, kökeni tarihin karanlıklarında kaybolan bir yerli sembol olarak kabul edilecektir.[28] Birinci bine ait bazı Kappadokya bronzlarında ayakta ya da yatmış bir geyik üzerinde bir kartal görünür; Karia Zeus’larıyla başka benzer tarafları da bulunan ve Hitit Teshub’un doğruca devamı olan Jupiter Dolichenus (Dülük Baba – Gz), geyik veya boğanın kafasına konmuş kartal tarafından simgelenirdi. Şek. 53’te, Hitit mühürlerinden örnekler görünür.

M.Ö. II. yy.dan Augustus çağının sonuna kadar cari Stratonikeia (Karia’da Eskihisar) sikkelerinin bir tarafında defneli bir Zeus başı, öbüründe bazen elinde bir meşale tutan bir kartal bulunur.[29] Panamara’da[30] da aynı tiplere rastlanmıştır.[31] Bu gibi misaller artırılabilir. Yine bazı sikkelerde kartal, ya bir nehir kıvrımı, ya da yıldırımın üzerine konmuş haldedir.[32] Bu yıldırım bazen de kanatlı olur.[33]

Aphrodisias’ın (Geyre-Tavas, Dz) yerli iki esas tanrısı Aphrodite ile Zeus’tu. Bu adının, doğulu aşk ve cenk tanrıçası Nina-Ishtar’a vakfedilmiş bu kentin eski adı olan Ninoe’nin Helenik tercümesi olduğu sanılır. Zeus’una da Ninendios lâkabı verilmiştir. Paraları üzerinde, bir yüzde Zeus ya da Aphrodite, diğerinde de kartal veya çift ağızlı balta görülür.[34] Kartalın bu baltaya konmuş haline de rastlanır. Fot. 273’ deki, kuyruk ve kanatları kalmış ve bir mezar mahzeni lentosunun bir ucuna binen kartal, Cumont’un “aigle funéraire”i mi oluyor?

Bozkır (Kn) civarındaki İzavra’nın kaya mezarları üzerinde de kartallar bulunuyor (fot. 274 ve 275). Maalesef bu örgenin tarihi (hattâ adının doğru şekli) hakkında bilgi edinemedik. Fot. 275’de, kartalların altında ayrıca, aşağıda konu edineceğimiz aslan da bulunuyor. Fot. 276 da, Isparta ile Burdur arasındaki Sagalassus öreninde çekilmiştir.

“Anadolu Selçuk figür dünyasında tek ve çift başlı kartal olarak tanımladığımız tasvirler oldukça yaygındır. Birçok örneğin yapıda çift ve simetrik yerleştirilmesi, bazen karın karına veya sırt sırta canlandırılmış olmaları dikkati çeker. Böylece sanki çift başlı kartal yerine gelebilecek bir sistem sağlanmıştır. Tek ve çift başlı kartallar kale, saray gibi sivil mimari eserlerinde ve medrese, cami, türbe gibi dinî eserlerde, bol olarak da mezar taşlarında yer alır”[35] Zapt edilen yerlere Selçuklu sultanının, tepesinde kartal bulunan çetri kurulurdu. İbn Bibi “Hükümdar çetrinin kartalı sultanların güneşe talih kanadını ve tüylerini gerdi ve kudret gölgesini yaydı” diyor. Gerçekten kartalla müzdeviç bu çetr, bir zafer ifadesi oluyor.

“Çetr-i ikbalin ola gün ve mekâna sâyebân

Sâyesinde kâinat âsûde tâ rûz-u hisab” (Nefi)

XIV. yy.a ait ve Tokat ve Sivas Gök Medrese müzelerinde sergilenen mezar taşlarında, tek veya çift kuşla birlikte çeşitli rozet-gülçe tasvirleri de dikkati çekiyor.[36] İslâm, ölümden sonra ruhların kuş şeklinde göğe yükseleceği inancını o asırlarda henüz silememiş.[37] İçinde bulunduğumuz asırda silinmiş mi, bu inanç? Sanmıyoruz. Nitekim Üsküdar’da (İst), Halveti (Celvetî)[38] Aziz Mahmud Hüdaî tekkesi haziresinde bulunan bir taş (fot. 277), şahane bir stilizasyonla resmedilmiş, göğe yükselen çift başlı kartalı hâmil bulunup tepesinde de gülçe, işbu yükselişin bir müntehası gibi duruyor. Gerçekten, ölünün ruhunu taşıyan kartal göğe çıkarken çeşitli gezegenlere rastlayacaktır, gülçelerle simgelenen gezegenlere.

Şek. 54’de görülen motifler de yine çift başlı kartal stilizasyonunun mükemmel birer örneğini teşkil ederler. Böylece Üsküdar’daki motifin bağlı bulunduğu gelenek de belirmiş oluyor.

Kartalın çift başlı olarak resmedilmesi keyfiyeti (fot. 278, Konya ve fot. 279, Divriği Ulu Cami), sembolizmini iki katına çıkararak onu takviye etme amacını güder: kraliyet iktidarının ötesinde, gerçek imparatorluk hükümranlığını, şehinşahlığı ifade eder.

Şek. 54 (T. Talbot Rice’dan)

a — Divriği darüşşifa’sından

b — Sırlı çini

c — Konya – Aksaray Sultan Hanı’ndan

Kozmik mertebe veya katların sürekli bağlantısına inanan, şamanlık aracılığıyla bütün esas dinî faaliyetini bu bağlantı üzerine oturtan, semavî köken mitoslarını çoğaltan, kuş-ruh’ların varlığına iman etmiş bir uygarlıkta ilâhî nizamın bir haberci, bir ulak vasıtasıyla tezahür ettiğini idrak etmek mümkün oluyor. Bu, soyutu somutlaştırma anlamına gelmeyip sadece, ikisi arasında bir fark gözetilmediğini ifade eder. Ruh, ışık ve hayvanın iltibası, bildiğimiz tanrıların habercilerini ancak hayvan şekline sokabilirdi.[39] Bu hayvan-kartal, Niğde Hüdavend Hatun türbesinde (fot. 175) olduğu gibi Denizli civarında Ak Han’ın cümle kapısına riyaset ediyor (fot. 280). Kilikya’da bir Ermeni rahibi olan Aknerli Grigor, 1273’de yazdığı Okçu Millet’in Tarihi’nde[40] şunları anlatıyor bize: “Kendilerinki (Moğol’ların), sihirbazlık için beraberinde gezdirdikleri keçeden mamul bazı putlardan başka hiçbir din ve ibadetleri yoktu. Bununla beraber, güneşe ilâhî bir kudret olarak taparlardı. Sonra anî bir surette akılları başlarına geldi, sefil ve fakir hayatlarından çok sıkılarak, gök ve yer yardımcısı olan Allah’tan istimdat ettiler ve O’nun emirlerine itaat etmeye söz verdiler. Bunun üzerine melek, Allah’ın emriyle, altın tüylü bir kartal şekline girmiş olduğu halde onlara göründü ve kendi lisanlarıyla konuşarak Cengiz adını taşıyan reislerini çağırdı. O da gidip kartal şeklindeki meleğin karşısında bir ok menzili kadar uzakta durdu. O zaman kartal, Allah’ın bütün emirlerini ona kendi dilleriyle anlattı. Allah’ın onlara verdiği emirler şunlardır ve kendileri buna yasaklı (yasa) derler…”

Az çok bütün toplumlar, belli bir devrede, şu veya bu türlü hayvanlı ve bitkili mitolojiler uydurmuşlardır. Belli bir an ve mahalde, kutsiyetin nüfuzunu haiz olmamış bir hayvan, herhalde çıkmamıştır. Sadece Altaylıların dünyasında, her yaşayan mahlûkun bir hierophany’ye iştirak elmiş olması düşünülebilir.

Bazı hayvanların hemcinslerinden ayrılıp üstün bir mevki tutmaları, daha çok, siyasî sebebe dayanır: “kurttan, türemiş” T’u-kiu’lar (Göktürk’ler), ilk ve büyük Türk imparatorluğunu kurmamış olsalardı, kurt bu nüfuzu kazanamaz, sair hayvanlar seviyesinde bir ongun olarak kalırdı. Göktürk’lerin kaderi, kurdun kaderini çizmiştir. Bunların yerine tavşandan doğmuş bir kabile bu siyasî sıçramayı başarmış olsaydı, tavşan, kurdun kazanmış olduğu üne sahip olurdu.

Diğer taraftan Altaylının zihniyeti, dünyayı ve görünmezi gerçek dışı soyut varlıklarla doldurmaya pek müsait değildir; kolaylıkla hayale kapılmayacak kadar gerçekçidir o. Bu itibarla hep bozkırın evcil ya da yabani hayvanları çıkacak karşımıza. Altaylı ulusların hareket alanı olacak ve tarih öncesiyle Eskiçağ’ların ilk devirlerinde İskit’lerle Hiongnu’ların mülkü olan toprakların, hayvanat sanatının olağanüstü gelişmesine tanık olmuş alanlar olması, önemle üzerinde durulacak bir husustur. Her ne kadar Moğol’ların zuhuruyla bu sanat türü yok olma yolunu tutmuşsa da, Sibirya’dan Rus ovasına kadar Orta Asya’nın bu kültürel temelinde Türk-Moğol Ortaçağının hayvanî mitolojisinin doğmasına yardımcı olmuş malzemeyi görmek mümkündür.[41]

Öbür yandan Asur-Babilonya Mezopotamya’sının ilk İskit sanat eserleri üzerindeki doğruca etkisi kesin olarak kanıtlanmaktadır. Kuban’da Kelermes’in demir ve altın baltası (takr. M.Ö. VI. yy.) bu yokla kanıtlar arasındadır; bunlarda Asur-Babilonya (ve Luristan)nın, Hayat Ağacı etrafında arka ayaklar üzerine kalkmış iki yabani teke (fot. 254’de olduğu gibi) ve etrafında güzel geyikleri temsil eden eski teması çok gerçekçi bir şekilde, açıkça Asur hayvan sanatından mülhem olmakla birlikte artık İskit’lere mal olan bir süs unsuru halinde işlenmiştir. Böylece bütün İskit hayvan sanatı için, Asur ya da Grek natüralizmini süsleme amaçlarına dönüştürmüş olduğu söylenebilir. Bu sanat, Kostroniskaya mezarındaki altın geyiklerle, aynı zamanda Kuban’da (herhalde VI. yy.) ve boynuzları helezonî olarak stilize edilmiş haliyle, nihaî olarak teessüs etmiş gibi görünür.[42] Bozkır estetiği böylece, asırlar boyunca sürmek üzere güney Rusya’ya yerleşecek, temayülleri o derece keskin olacak ki gelişmesini Moğolistan ve Çin’e kadar izlemek mümkün olacaktır. Daha başlangıçtan itibaren, iki akım beliriyor: bir yandan Asur-Ahmenî, öbür yandan Helen kökenli “rüzgâr”larla ara sıra yenilenen bir natüralist akım; tezyini (dekoratif) akım ise, söylediğimiz gibi, diğerini tamamen süsleme amaçlarına çevirmek üzere tağyir eder. Nihayet, bu at yetiştirici ve avcı kavim tarafından hiçbir zaman gözden uzak tutulmayan hayvan resminin gerçekçiliği, dekoratif stilizasyonun mesnet ve bahanesi olacaktır.[43]

İskit-Sarmat sanatının batı Sibirya ülkesinde ve aynı kökten mülhem ve Ordos Hiong-nu’larının geliştirdikleri sanatta, hayvanî şekillerin stilleştirilmesi bazen o kadar ileri gitmiştir, ki, aradaki geyik, at, ayı veya kaplan başlarının gerçekçiliğine rağmen, bunların o girift şekiller arasından tefriki dahi son derece güçleşir. Hayvanların boynuz ve kuyrukları yapraklar halinde biter veya kuş şeklinde çiçeklendirilir. Hayvan realizmi sonunda, kendinden fışkırmış süsleme içinde boğulup kaybolur.

Bozkır sanatı böylece komşu yerleşik uluslarınkiyle tezat halindedir. Bu sonuncularda, ezcümle Asurlu ve Ahmenî’lerde, Han Sülâlesi Çin’inde olduğu gibi, hayvanlar birbirlerini izleyerek veya tehdit ederek geçerler ve bütün bunlar basit ve açık bir dekor içinde olur. Bozkırın İskit veya Hun sanatlarında hayvanlar, girift sarmaşıklar gibi birbirlerine kenetlenmişlerdir, ölüme kadar. Bu, aslanın veya kartalın yakaladığı geyiğin bedenini, çoğu kez tam olarak burmaktan hoşlanan bir dramatik sanat olup hiçbir hız belirtisi, kaçış çabası görülmez, tıpkı fot. 212’deki Diyarbakır, Ulu Cami portalını süsleyen kabartmada olduğu gibi. Sakin, sabırlı ve muntazam boğazlanma sahnelerinde zebiha sanki cellâdını ölümün içine sürüklüyor. Bu “yavaşlık”a rağmen var olan iç dinamizmin arz edebildiği büyük trajik güç, bu boğazlanmalardan her türlü gerçekçiliği yok eden stilleştirme tarafından ifna edilmektedir.[44]

Anadolu’nun ilk Müslüman-Türk hâkimlerinin bu gelenekleri eserlerinde devam ettirdiklerinde hiç şüphe yok. “İnşa Teknikleri” cildinde irdeleyeceğimiz Selçuklu taş tezyinatının dışında, sair beyliklerin değişik sanat dallarında da bu geleneğe uydukları görülüyor. Diyarbakır Artuklu Sarayı’ndan çıkma çift başlı kartal armasıyla Artuklu çinisi, buna güzel bir örnek oluyor.[45]

Arap dünyasında ukâb, yani kartal, yine kuşların kralı oluyor. Damîrî’ye göre bunun siyah, kahverengimsi, yeşilimtrak ve beyaz renklisi; dağlarda yuva yapanı, çöllerde, çalılık yerlerde ve kentler civarında yaşayanları varmış. Kendini hastalıktan korumak üzere, avladığı küçük kuşların yalnız ciğerini yermiş. Avına sinerek yaklaşmaz, aksine, bulunduğu yüksek yerden bir kuş görünce, kaçıp kurtulması için kuvvetli bir ses çıkarırmış (bunda Ortaçağ şövalyesini görür gibi oluyoruz…). Bazen gagası o kadar uzarmış ki avlanamayıp açlıktan ölürmüş. Yaşlanıp göz ışığını kaybederse, Kazvinî’ye göre, tüyleri güneşin sıcağından yanıp kavruluncaya kadar yükseklere uçar, sonra aşağı doğru hızla iner ve suları acı olan bir kaynağa dalıp, tamamıyla genç ve taptaze bir halde ortaya çıkarmış (burada da, yılanda olduğu gibi, bir yenilenme, sürekli gençleşme motifini buluyoruz). Damîrî’ye göre genç kartallar, gözleri görmeyen yaşlı kartalları Hindistan’da bir membaa ulaştırana kadar taşırlarmış.

Kartal, dişisinin kolay yumurtlaması için “kartal taşı”nı, yani içinde ses duyulacak kadar ikinci bir taşın hareket ettiği taşı, Hindistan’dan getirip yuvaya koyarmış (ne sihirli ülkeymiş, bu Hindistan!…). Bu mucizevî taş Grek rivayetinden gelmektedir.

Astronomide al-Ukâb, koç burcunun kuzeyinde bulunan Kartal (Aquilla – αετος) takımyıldızının adıdır. Bu aynı ad kimyada nişadırın çok kullanılan takma adı oluyor.[46]

Yeryüzünde “Ruh”un en “merkezî” sureti insanoğludur. Ancak her şekil, ister istemez, kendi enmuzecinin bazı veçhelerini kendi dışında bıraktığına göre, Ruh, mütemmim ve az çok “merkez” görünümler altında, başka dünyevi şekillerle kendini belli eder. Böylece meselâ Ağaç şekli altında kendini ifşa etmiş; Ağaç’ın gövdesi, dünyalar meratibini kat eden Ruh’un eksenini simgelemiş.

Ruh’un bir simgesi de, dünyevî yaratıkların üstünde cevelân edip onları yukardan tarassut eden, şikârının üzerine yıldırım gibi dimdik inen kartaldır. Böylece fehmî hads, maksadını ele geçirmiş oluyor.[47]

[1]              P.Masson – Oursel. La pensée en Orient, s.22-3.

[2]              A. İnan.- Eski Türk dini tarihi, s. 147.

[3]              W. Ruben.- op. cit., s. 154.

[4]              J. Dowson.- A classical dictionary, mad. “Garuda”

[5]              ibd., mad. “Nâga”

[6]              İliada, XXIV/308-321.

[7]              Halen ülkemizde kutsal mahallere, cami, türbelere, kapının eşiğinden içeri girişlerde daima ilk adım sağ ayakla atılır. Asabiyet gösteren kişi için “sol tarafından kalkmış” denir… Sağ uğurlu, sol uğursuzdur.

“Sağ”ın karşılığı olarak Sanskrit dakshine, Zend dashina, Grek δεζιος, Latin dexter… aynı zamanda az çok her yerde “mahir, akıllı, becerikli…” yi de ifade eder, tıpkı sağ elin olduğu gibi “mahir, becerikli”yi. Konu çapraşıklık ve müphemiyetini muhafaza etmektedir (W. Simson.- op. cit., s. 186).

[8]              Ahd-i Atik, Ezechiel, 1/4-10

[9]              111/76

[10]             Dictionnaine, mad. “aigle”

[11]             E. Cirlot.- op. cit., mad. “Eagle”

[12]             H. J. W. Drijvers.- op. cit., s. 26, 40-2, 49, 176.

[13]             DLT, I/9; bkz. I/61 ve III/118 ve 238.

[14]             ibd. III/56.

[15]             ibd. III/241.

[16]             B. Ögel.- Türk Mitolojisi I, s. 355-372 ve J.-P. Roux.- Faune, s. 397-400.

[17]             A. İnan.- Şamanizm, s. 46.

[18]             B. Ögel.- op. cit., s. 595-9.

[19]             ibd., s. 585-592.

[20]             Gizli Tarih, par. 63-66.

[21]             A. İnan.- op. cit., s. 142.

[22]             J.-P. Roux.- Faune, s.80-2.

[23]             ibd., s. 143.

[24]             ibd., s. 240.

[25]             A. Laumonier.- Les cultes indigènes;   s. 62-3.

[26]             ibd., s. 69.

[27]             Karia’da, Milas’ın 15 km kuzeyinde. Kargacık köyü üstündeki yaylada bulunan bir kent.

[28]             A. Laumonier.- op. cit., s. 83-5.

[29]             ibd., s. 203.

[30]             Eskihisar’ın 20 km kadar güney-batısında, Bayaka ovasına hâkim bir tepenin üzerinde.

[31]             A. Laumonier.- –op. cit., s. 333.

[32]             ibd., s. 472.

[33]             ibd., s, 617.

[34]             ibd., s. 480.

[35]             G. öney.- Anadolu (Selçuklu mimarisinde süsleme, s. 40-1.

[36]             ibd, s. 44-5.

[37]             Bkz. C. I, s. 68.

[38]             Bkz. A. Gölpınarlı.- Celvetiye, in İA.

[39]             J.-P. Roux.- Faune, s. 146.

[40]             Aknerli Grigor.- Moğol tarihi, çev. H. D. Andreasyan, İst. 1954, s. 3.

[41]             J.-P. Roux.- op. cit., s. 4-7.

[42]             Bu konuda bkz. N. Diyarbakırlı. – Hun sanatı, İst. 1972, s. 37. Res. 27’de, Altaylarda, I. Pazırık kurganından çıkartılan ahşap at koşum takımının yanak süsünü teşkil eden koşar geyiğin boynuzları helezonî olarak burulmuştur.

[43]             R. Grousset.- L’Empire des steppes, s. 43-4.

[44]             ibd., s. 45.

[45]             O. Aslanapa.- Anadolu’da Türk çini ve keramik sanatı, İst.:   1965, Levha 4.

[46]             J. Ruska.- Ukâb, in İA.

[47]             T. Burckhardt.- Introduction aux doctrines.esoteriques de l’Islam, Paris 1969, s. 102.

( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.