Geyik, İskit sanatının başlıca motiflerinden biri olmuştur; özellikle tek başlarına temsil edildiği eserlerde bu sanatın âdeta bir karakteristiği haline gelmiştir. İlk zamanlarda Sibirya kabileleri arasında bir ibadet konusuyken İskit devirlerinde dinî anlamını büyük ölçüde yitirmiş bulunması muhtemeldir; bununla birlikte geyiklerin, ölülerin ruhlarını öbür dünyaya taşıdıklarına dair inancın birinci binde Eurasia bozkırlarında genellikle cari olduğunda şüphe yoktur. Yakın zamanlara kadar bu inanç Buriat’larda devam etmiştir. Bu keyfiyet, geyiğin cenazeye ait eşyalar üzerinde bulunmasını izah eder. Pasirik’te bulunmuş geyik boynuzlu at maskesi böylece izah edilmiş oluyor: ölünün sahipleri, öbür dünyada kullanacağı için beraber gömülen atını, böyle bir başlıkla donatmak suretiyle, atın hızına geyiklerinkini ekleyerek öbür dünya yolculuğunu çabuklaştırmayı düşünmüş olabilirler. Yine Pasirik’te 2. Hüyük’teki sanduka üzerinde görülen geyikler büyük bir gerçekçilikle resmedilmişlerdir. Burada dikkate değer bir husus da, cenazeyle ilgili geyiklerin hep koşar halde temsil edilmelerine karşılık, diğerlerinin sakin halde, oturmuş, yatmış halde gösterilmeleridir. Bu sonuncular o derece stilize edilmişlerdir ki bunların süsten gayri bir mana taşıdıkları düşünülemez. Bunlara güzel örnekler M.Ö. VII. veya VI. yy.a ait Kostroniskaya Stanitza ile Kırım’da Kul Oba (M.Ö. IV. yy.) geyikleridir. Altından yapılmış olanları da eksik değildir.[2]
X.yy.da Tuen-huang bölgesinde Runik harflerle terkip edilmiş İrk Bitik yazması, kutsal bitki ve hayvanlar hakkında çok sayıda bilgiyi içermektedir. Şimdi üzerinde durduğumuz geyik (keyik) beş yerde hikâyenin kahramanı olmaktadır (eğer, daha geniş anlamda “av hayvanı”nı ifade etmemişse). Bu eserde Tengri, kuşun yavrusuna, geyiğin yavrusuna, insanoğluna kut, yani “mutluluk ve uzun ömür” ihsan etmiştir.
Asya’da, faydalı hayvanların kemikleri olduğu gibi korunuyor: böylece hayvan yeniden hayata kavuşacaktır. Kemikler ne kırılıyor, ne de yakılıyor. Aksi halde geri dönüşsüz olarak hayvan dünyayla ilişkisini kesmiş oluyor. Bu çok eski tema Anadolu’da hâlâ yaşamakta olup Muğla bölgesinde bir geyiğin, kemikleri sayesinde, dirilmesi efsanesi anlatılır. Daha başka efsaneler de bu hayvanın insanoğluna faydalı bir yaratık olduğunu vurgular. Nakledelim birini; konu, Havza (Sm) ilçesinin Çelikalan köyünde yaşayan bir ailenin sahip bulunduğu “Körhacıoğulları” soy adıyla ilintili: Hacı’nın bir yoksul komşusu varmış, herkes onun tek bir öküzle tarlasını nasıl sürebildiğine hayret edermiş. Hacı da bunu çok merak edip bir gün komşusunu gizliden izlemiş. Adam tek öküzü boyunduruğa bağlamış, sonra ormana dönüp bir ıslık çalmış; ağaçların arasından çatal boynuzlu iri bir geyik peyda olup gelmiş, boyunduruğun öbür gözüne geçmiş ve tarla sürülmeye başlanmış. Fakat izlendikleri fark edilince geyik, bir daha görünmemek üzere, bırakıp kaçmış. Fakir komşu ilenmiş: “O geyiği gören gözlerin bundan sonra hiçbir şeyi görmez olsun!”
Tutmuş ilenç; hacı evine dönerken ormanda, geyik boynuzu gibi iri dikenleri olan bir ağaca çarparak gözlerini yitirmiş…[3].
Yıldız falcılığı – astroloji (ilm-i nücum-u kâzib) ilerledikçe hayvanlarla tefeül âdeti, bu hayvanların “yıldızlaştırılması”na yol açmış: yıldız kümeleri (cümle-i kevkebiye), seyyareler ve yıldızların, gökte yaşayan hayvanlardan başka bir şey olmadıkları telakkisine varılmış. Örneğin Yenisey’liler Büyük Ayı kümesinde bir geyikle üç deve görürler. Tongus’lara göre günlerden bir gün üç er, bir geyiği gök kubbenin üstüne kadar kovalamışlar, orada birçok sıkıntı ve ıstıraptan sonra bu hayvanlar yıldıza dönüştürülmüşler. XIX. yy. başlarında Kazak’lar, Büyük Ayı’nın, iki iğdiş beygirin peşine düşmüş yedi kurttan oluştuğuna inanırlardı. Ülker’ler (Süreyya) bir yaban koyunu olup görünmedikleri zaman koyun, yeryüzünde ot bitirmekle meşguldür. Altay’larda ve Buriat’lar arasında, Orion (nesk-i cebbar)’da bir avcı ile üç geyik bulunur; geyikler, tam öldürülmek üzereyken, göğe çıkarlar ve mezkûr yıldız kümesini teşkil ederler. Avcının atmış olduğu ok dahi yıldızlardan biri olur.[4]
Bu arada Boz-Oklar’ın Gün-Han, Ay-Han, Yıldız-Han; Üç-Oklar’ın da Gök-Han, Dağ-Han, Deniz-Han olarak bölündüklerini, bu bölünmede çoğunluğun “semavî”, gerisinin de dünyevî unsurlarda olduğunu[5] hatırda tutalım.
“Gizli Tarih”, “Çinggis hahan’ın ceddi, yüksek Tanrı’nın takdiriyle yaratılmış bir boz kurt (borte çino) idi, eşi beyaz bir dişi geyik (ho’ai maral) idi. Onlar denizi[6] geçerek geldiler. Onan nehrinin membaı ile Burhan-Xaldun (dağı) civarına yerleştiklerinde, Bataçihan adlı bir oğulları oldu” diye başlamıştı.
Burada iş çatallaşıyor: borte çino, mavi (gök) kurt olarak tercüme ediliyor, zira Çince metinde, bunun karşılığında kullanılmış olan ts’ang-sö, “gök rengi, mavimtırak, yeşil renk” demektir. Bu sözcükten kurdun ancak semavî menşei, onun göğe intisabı manası çıkar. Moğol’lar, Tu-Kiu’lar gibi, kendilerine köke, “mavi” adını verirlerdi. Bu mavi kurt vahşi bir dişi geyikle evleniyor. Biri et, öbürü ot yiyen iki hayvanın izdivacı büyük önem taşıyor. Ho’ai sözcüğünü de kök’ün bir koşutu olarak, “boz”, “esmer” olarak alma, kurdu göğe olduğu gibi geyiği yere teşbih etme keyfiyeti akla yakın gelmektedir (Yer’le Gök’ün izdivacı). Bu varsayım doğruysa Orhon’daki Tu-Kiu yazıtlarının Tekvin’inde mevcut tenazuru bulmuş oluyoruz ki burada üze kök tengri, asra yağız yer, yani “yukarda mavi gök, aşağıda esmer (koyu) yer” deniliyor; kök, tamamen börte’ye muadil oluyor, yağız da ho’ai’yi karşılayabiliyor.
Bu mecazların arkasında Yer-Gök hiérogamie’si kavramını görmemek mümkün olmuyor. Bu “Büyük” izdivaçtan da ya insanoğlunun atası, ya da hiç değilse bir büyük adam doğuyor.[7] Konumuz olan geyik de, taraflardan biri oluyor. Kaldı ki, eski Türk’lerde geyik (bugu) toprağın sembolüydü.[8]
Gerçekten Asya Türk efsanelerinde yer alan geyik, hep dişidir. Yani “Ata” olarak gözükmez. Buna dair bir Çin rivayetine kulak verelim: “Göktürk’lerin atalarından biri, sık sık bir mağaraya giderek orada dişi bir Deniz-Tanrı ile sevişirmiş. İkisi arasında bu aşk ilişkisi sürerken, günün birinde bu Göktürk reisi, bir sürek avı düzenleyerek ordusuyla ava çıkmış… Askerlerden biri, karşısına çıkan bir Ak-Geyik’i okuyla vurarak öldürmüş. Bundan sonra sevgilisini yerinde bulamayan reis, meseleyi anlamış ve bu Ak-Geyik’i vuran askerle kabilesini cezalandırmış. Bu cezaya göre Göktürk’lerde insan kurbanları, hep bu askerin kabilesinden verilirmiş”.[9]
Kuzey-batı Sibirya’da Fin-Ogur kavimlerinin ise ataları geyikti.[10] “Denizi geçme” temasının da yine Asya-Türk mitolojisinde önemli bir yer tuttuğunu hatırlatmakla yetinelim. Bunun derin izlerine Anadolu’da rastlıyoruz, özellikle tasavvuf dilinde:
“Vücud-u bahrî olmak gerek
Bir denize dalmak gerek
Bir gevher çıkarmak gerek
Hiç sarraflar almaz ola” (Yunus)
“Çok behreler almak gerek
Ummanlara dalmak gerek
Bir gevher çıkarmak gerek
Değme sarraf bilmez ola” (Hatayî – Şah İsmail)
“Ummandan gelirim gerçi katreyim
Denizim, deryayım, bahri Ummanım” (Muhyiddin Abdal)
Macar’ların ataları da bir kutsal geyiğin peşine takılmışlar ve bir denizi geçerek yeni yurtlarına gelmiş ve orada türemişlerdir.[11]
Ahmed Yesevî’nin, turna donuna; Hacı Bektaş’ın, güvercin donuna girdikleri gibi Abdal Musa da, Kaygusuz Abdal’ı irşat için geyik donuna girmiş ve yaralanmıştı.[12] Bunun gibi Geyikli Baba’lar geyiğe binerler ve üzerlerinde geyik boynuzları bulunan serpuşlar giyerlerdi. En eski şaman başlıklarında da bu boynuzlar vardı.[13] Güney Oymakları’ndan Elbeyli’lerin piri “Boz Geyikli”dir. Elbeyli’den çıkan Deli Ahmed’in sanına Boz Geyikli derlermiş. Boz Geyikli bir gün Urum’a, Hacı Bektaş’a gitmiş, Bektaşî olmuş, keramet göstermiş, veli olmuş. Oradayken bir gün elindeki çöven’ini[14] (asasını) güneye fırlatmış, çöven şimdi türbesinin bulunduğu yere[15] düşmüş, çobanlar bu çöveni almak istemişler, ama kimse yerinden kaldıramamış. Mavalı aşireti kaldırırız demişler, develere bağlamışlar, develerin hepsinin beli kırılmış; sonunda Boz Geyikli kendi gelmiş, çövenini almış, aşirette ulu olmuş… asasını Hacı Bektaş’a doğru fırlatmış, asa gelirken Hacı Bektaş Nurhak dağına “Tut ya Nurhak” demiş. Asa Nurhak dağını yarmış…” Boz Geyikli aslen Tokatlıymış.[16]
Türkmen’ler arasında “değnek atlama, çöven atlama” diye gördüğümüz yemin şekli, bu zatın asasına bağlı bir yemindir. “Boz Geyik Dede isminde var sayılan fakat bilinmeyen bir evliyaya hürmet etmek ve başına yemin içmek, aşiretler arasında âdettir. Bu adamın hüneri aşiretteki kavgaları halletmekmiş. Vaktiyle bu isimde bir takım dervişler aşiret arasında gezerlermiş. Bu dedelerin işleri küskünleri barıştırmak ve her iki taraftan da ücret almakmış. Şimdi bu âdetten yalnız şöyle bir yemin kalmıştır: ‘Bozgeyik Dede çarpsın!’…”[17]
Yine Türkmen oymakları arasında anlatılan bir masalın (tümü fazlaca uzun olacağından) sonunu aktaralım: “…Ondan sonra kızın baba yurdu da Alageyik soyuna karışır. Millet o günden sonra geyik sütü içmeye başlar. Yurdun bütün davarları geyik, katırları at, oğlanları kahraman… olur. Dünyada biricik Alageyik devleti kurulur…”.[18]
“Kore Şamanizm’inin menşeini kesinlikle tayin etmek güçtür; güneyden gelmiş öğeleri içermiş olması muhtemeldir; Han devrinin şaman külâhı üzerinde geyik boynuzlarının bulunması, eski Türk’lere has geyik kültüyle ilintilere işaret eder. Ayrıca geyik kültü, şamanın önemli bir rol oynadığı sanılmayan avcı ve göçebe kültürlerini tavsif eder…”[19]
Küçük Asya’nın yerli, (autochthon) halkı Hatti’lerin kültürünü, neredeyse tümünü kendilerine aktaracak kadar benimsemiş olan Hitit’lerde geyik kültünün önemi ve geyik yontu ve sair motifleri çok iyi bilindiğinden bunların resimlerini buraya derç etmedik. Bunlarda boğalar ve geyikler çelenge benzer bir çerçeve üzerinde dururlar. Geyikler, önce Hatti’lerin, sonra da Hitit’lerin Vuruşemu adlı en yüce tanrıçalarıydı (boğa da büyük erkek tanrıyı temsil ederdi)[20]. Buna karşılık başka kaynaklar Vuruşemu’yu Güneş-Tanrıça olarak gösteriyor. Atmosfer-Tanrı da kocası olmakla birlikte ikinci sırada kalıyor.[21]
Bir merasim alâmeti olan, fot. 270’de gösterilmiş meşhur geyiğin üzerindeki şekillerin ayrıca manalar taşımış olduğunu tahmin ederiz. Bronz içine gümüş kakma olarak yapılmış zikzaklar (boyunda), haçlar (biri boyunun sırta bağlandığı yerde, öbürü sağrı üzerinde) ve gövdeyi sarmış iç içe dairelerin sembolik manalarından söz etmiştik. Bu geyik ve iç içe daire izdivacı, Hitit sanatında, daha uzun süre seramikte, özellikle Alişar’da görülecektir. Bunlarda ağaçlar arasında geyikler ve bu sonuncuların etrafında, bacaklarının arasında çok sayıda iç içe daireler resmedilmiştir. Tanrılara kurban edilmek üzere geyik yetiştirilmiş olduğu fikrini savunanlar da var.[22]
Hitit tanrıları çoğu kez geyiğin, yani kutsal hayvanlarının sırtında ve ayakta durur vaziyette resmedilmişlerdir (şek. 52 ve fot. 270a)[23]
Bazı yerde bu tanrı “Koruyucu Ruh” ya da “Felek” manasına geldiği sanılan bir unvana sahiptir ve köy adamının tanrısıdır. Elinde bir tavşanla bir şahin tutar.
M.Ö. III. binlere kadar inen tarihlere ait mezarlarda geyik numuneleri bulunmuş olmakla, halk arasında bu çok yaygın kültün eskiliğinden şüphe edilmez.[24] Bu tanrılardan biri de, fot. 270’de görülen ve Birecik civarında Karasu Kaya Kabartması üzerinde olandır. Bunun hakkında ayrıntılar da neşredilmiştir.[25]
Bugün, hadiseleri, kendilerini Hatti diye tanıtan ve III. bini kaplayan bir yerli Proto-Hitit halka kadar indirebiliyoruz. Bildiğimiz gibi kuvvetli bir Hint-Avrupalı göçü bu halkla meczolup Hitit’leri teşkil etmiştir. (Landsberger, Hattum ve Hatti’um’un “Proto-Hitit” değil, “Anadolu’nun insanları” anlamına alınması gerektiğini iddia ediyor). Hatti kültleri o derece gelişmiş ve örgütlenmişti ki müteakip devirlerde bunlar esaslarını, bazı isimlere kadar, koruyabilmişlerdir.[26]
Proto-Hitit kral mezarlarının elimize verdiği çok sayıda malzeme bu devrin uygarlığı ve kültlerine büyük ışık tutmaktadır. Her ne kadar bu uygarlık Halys (Kızılırmak) kıvrımı içinde temerküz ediyorsa da Schaeffe, Troja III’de ele geçen bazı nesnelerle bunun ilintilerini kesin olarak belirlemiştir. Külte gelince, buna ait eşyalarda, Anadolu yaylasının bir gerçek özelliği olarak, geyik ve boğa temsilleri bariz şekilde tercih edilmişlerdir. “Ne İran’ın resmî kültleri, ne de Anadolu’nun müteakip hâkimlerinin ithal ettikleri Helenistik ya da Roma’nınkiler, mahallî dini yerinden oynatabilmişlerdir. Eski kültlere ilk ağızda bağlı boğa ve geyiğinkiler halk kitlelerinde kendilerini muhafaza etmişler ve tarih öncesi tabakanın istisnaî hayatiyeti sayesinde Roma devrine çıkmıştır. Hitit öncesi devirlerden beri bu tabaka ülkenin ethnik kökü olarak kalıp bazı anlarda Anadolu uygarlık ve dini üzerinde faik etkisini hissettirmekten geri durmaz…”.[27]
Küçük Asya’da boğa ve geyik kültü, çok eskiden Kıbrıs’la görülenlerle kıyaslanabilecek kadar seçik olup bu adanın ilk sakinlerinin Anadolu kökenli oldukları varsayımına kuvvet kazandıracak mertebededir.
Müzelerimizi süsleyen eşyalar arasında, bir çelenk içinde ve iki öküz’ün (boğa) arasında duran geyik motifi bir prototip mahiyetindedir şöyle ki bu tanrıya çoğu kez bir çift öküz refakat eder; o ise ki Anadolu köylüsü, bugün olduğu gibi, sabanını bir çift öküze çektirmek itiyadındaydı. Keza, Kıbrıs’ta da görüldüğü gibi, mezar kurbanlarında öküzler daima çifter çifter zebhedilirdi.[28]
Daha sonraları imparator Tiberius tarafından Hierocesare tesmiye edilen Lydia’nın Hierakome’sine ait paralar üzerinde, Artemis’in büstünün yanında περσιχη kelimesi okunuyor; tersinde de geyik heykeli bulunuyor. Değişik tipteki paralarda da Artemis, boğazlamak istediği geyiği zapt eder halde görülüyor (kutsal hayvan kurbanı). “İranî” baş bir Kappadokia kralı olarak değil de bir İranlı rahip olarak tefsir ediliyor. Gerçekten Hierakome-Hierocesare, batı Küçük Asya’da, Hypaipa kentiyle birlikte, İranlı Artemis kültünün büyük merkeziydi.[29]
Niksar’ın (To) XIV. yy.a ait olduğu sanılan Çöreğibüyük Tekkesi’nin cümle kapısının üstünde, yatmış vaziyette, ayaklarını altına almış, başını da geriye döndürmüş bir geyik kabartması bulunur (fot. 271). Evliya Çelebi’nin ayrıca, bugün mevcut olmayan bir Çöreğibüyük Camii’nden söz etmesi işbu isimde bir zatın (şeyhin?) bu tekkeyi kurup işlettiği faraziyesine yol açar.[30] Ama bu “geyikli” şeyh kimdi?…
Gerek Müslümanlar, gerekse Hristiyanlar, geyiklerin veli ve azizlerle ilintilerine dair masallar anlatırlar. Kaygusuz Abdal’ın kahramanı bulunduğu öykü ünlüdür: avda kovaladığı bir geyiğin bir mübarek dervişe dönüşüvermesi üzerine o da derhal dünyevî yaşamını terk ederek inzivaya çekilmiş. Hacı Bektaş da, bir avcının bir geyikte açtığı yarayı kendi etinde göstermesiyle avcıyı dinî yaşama çekip bir aziz olmasını sağlamış. Hacı Bektaş’ın tilmizi Karaca (geyiğin bir türü) Ahmed’in de mümasil öyküsü bilinir.
Bu tür hikâyeler, geyiğin ormanda oturan ve doğal âlemle yakınlığı itibariyle onu sağıp üzerine binebilen münzevilerle ülfeti inancına dayanır; bu münzeviler yabani hayvanları evcil hayvan gibi kullanabilmektedirler. Geyikli Baba bir geyiğe binmiş olarak Bursa’nın fethine iştirak etmiş.[31] Halil Halid’in Halvetî atası da her hafta bir geyik sırtında Mekke’ye gidip cuma namazını kılar ve geri gelirmiş. Aynı garip masallar çöl münzevilerine de aslanlar üzerinde güç izafe ederler. Bunlardan bir tanesi de Ahmed Rıfaî’dir. Keza Hacı Bektaş da aslana râkib olur. Bu tür mitosların yaygınlaşmasında ceylan derisinin namaz seccadesi olarak kullanılması da yardımcı olabilir; bu seccadeler, Mekke ve sair kutsal mahallere mucizevî yolculukların aracısı olarak görülürler.
Genel olarak geyikler kutsal hayvanlardır ve bunları vurmak felâket getirir. Pontos’da bir azizin türbesinin etrafına geyikler duvar çevirmişler; bunlar, sair hayvan bulunmadığı zaman, kendilerini kurbanlık olarak sunarlarmış.
Anadolu Hristiyanları arasında da doğal olarak, mümasil şeyler anlatılır. İmparator Aurelien zamanında şehit edilmiş Kappadokia’lı Aziz Mamas, geyikleri sağarmış; Kıbrıs’ta, onun aslana bindiği rivayeti caridir. Batıda da buna benzer masallara rastlanır.[32]
Bektaşî’lerin merkez tekkesi, orada eskiden Hristiyan Aziz Haralambos’un manastırı bulunduğu sanısıyla, Hristiyanlarca ziyaret edilir. Hacı Bektaş’ın metfun bulunduğu türbeye girişte haç çıkarılır: mezarın Haralambos’a aidiyeti iddia edilir. O ise ki bu sonuncusunun o bölgeyle bir ilişkisi yoktur. Buna karşılık 1815’te Başpiskopos Kiril, Hacı Bektaş’ı, onunla değil, Aziz Eustathius ile ayniyet halinde görür.[33
Evet, bu “geyikli” şeyh Çöreğibüyük kimdi? Bilmiyoruz. Ama hayvanın bu yatmış haliyle onun İskit ve Altaylı göçebelerin sanatıyla ilişkisini görmemek mümkün değil.[34]
Tokat’ta Şeyh Meknun türbesinin iç duvarlarına tek çizgi halinde resmedilmiş, bir derviş tarafından çekilen iki geyik figürü vardır.[35] Afyon yakınında İhsaniye’deki mezarlıkta, üzerinde bir geyik kabartması bulunan bir lâhit bulunmuştur. Seyidgazi sandukasında ise, iki aslan arasında, arkaya bakarak kaçan bir geyikle köşede bir tavşan, kabartma halinde tasvir edilmiştir. “Eski Türk mezar taşlarında ve Orta Asya’ da bulunan muhtelif eşya üzerinde pek çok örneğine rastlanan geyik tasvirleri de Anadolu’da tarikatlar tarafından saygı görmüştür… Tarikat efsanelerinde de geyik mühim bir yer işgal eder. Baba İlyas’ın müritlerinden olup Seyyid Elvan tarikine mensup olan Geyikli Sultan Baba “geyücüklerle muhabbet eder” idi. Geyikli Baba, rivayete göre, Bursa fethedilirken bir geyik üzerine binerek ordunun önünde savaşmıştır… İhsaniye’de bulunan… geyik figürü, bu lâhdin, namına yapıldığı kimsenin devrin tarikat büyüklerinden biri olduğunu ifade etmektedir”.[36]
Yine Afyon’da, “minaresiyle sokak içinde dikkati çeken bir camide mevcut olan büyük bir sandukaya “kırklar makamı” deniyor… Ayakucu tarafındaki duvarda, önceleri çiviye takılı olan geyik boynuzu ve tokmak, mescidin hocası tarafından kaldırılmıştı… Bu türbede bulunan tokmak, çocuk isteyen ve adak adayan kadınlar tarafından kullanılmıştır… Burada fazla olarak, duvara asılmış çatal boynuzlu bir geyik başı da vardır…”[37]
Şakalak Dede, aynı adlı “cami içine alınmış olmakla beraber halk, dilekte bulunmak üzere ilk bulunduğu yere ziyarete gider. Orada bulunan geyik boynuzunu türbedar hastaya sürüyor. Afyon’da geyik boynuzu çok dikkate değer bir önem ve mevki gösteriyor. Hemen her türbe ve ziyaret edilen mezarda geyik boynuzu görülüyor. Umumiyetle geyik boynuzu mezar üzerinde bırakılıyor, oradan şifa niyetine alınıp kullanılıyor, yine aynı yere konuluyor”.[38]
Geyiğin, daha doğrusu boynuzunun, başka marifetleri de böylece ortaya çıkıyor.
Amuderyâ kıyısında Bakırgan kentinde “bir gece Hakîm Ata, Hoca Celâleddin’in rüyasına girdi, ‘beni arayıp bul, üstüme imaret yap!’ dedi. Bu manevî işaret üzerine Hoca Celâl, birçok mal ile Türkistan’a gitti ve oradan Bakırgan’a döndü… Hoca Celâl, bir tepe üstüne çıkarak etrafına bakındı karşıda bir dağ ve dağın üstünde bir kadın gördü. Yanına gidip selâm verdi ve Hakîm Ata türbesini sordu. Kadın bilmedi; Hoca ile beraber ihtiyar anasına gidip sormayı teklif etti. İhtiyar kadın, oraların su altında kaldığını ve türbenin kaybolduğunu söyledi ve dedi ki ‘şu yakınlarda bir süs ağacı vardır, gece etrafına geyikler toplanır; tan vaktine kadar durup ziyaret ederler; etraftan geçenler zikr sedası duyarlar; belki burasıdır’. Celâl Hoca o gece doğru oraya vardı. Geyikleri gördü, zikr seslerini işitti ve uykuya daldı. Hakîm Ata tekrar rüyasına girdi; “yattığın yerden yedi ayak ileri gel, o yeri kaz, orada bûriyâ (hasır) çıkar, onun altından da bir deste gül çıkar, türbem orasıdır…” dedi…”[39]
Geyikle birlikte “yedi”, “gül” ve sembolizminden “İnşa Teknikleri” cildinde söz edeceğimiz “hasır” ortaya dökülüyorlar…
Karaçay halk edebiyatında “Avcı Bineger”, Buddhist Dantipâla catâka (Uygurca), Hint Pâlicâtaka‘ları arasında Benares kralı Brahmadotta ve Saketa kralı Kosala hikâyeleri, bunların sonradan İslâmî cilâya bulaşmış şekilleri (aşapatman, Muhammed Peygamber’in karısı ve kızı “Ayşe ve Fatime” terkibi), Şamanist Çuvaş’larda, içinde bu isimlerin başka şey ifade ettikleri efsaneler, hep geyikle ilgilidir. Hintliler ona acırlar, vurmazlar; diğerleri ise aksine, gaddarca geyikleri vururlar.[40]
Geyik’in (karaca, ceylan) genel olarak sembolizmine göz atıldığında, yüksek, dallı budaklı boynuzlarının çoğu kez Hayat Ağacı’na teşbih edildiği görülür. Dolayısıyla doğurganlığın, gelişme ittıratlarının, yeniden doğuşların simgesi olmaktadır. Bu değerler, gördüğümüz gibi, Altay’lar, Küçük Asya ve Müslüman Anadolu’da yaşamaktadır.
Geyik, çabukluğun olduğu kadar ürkekliğin de simgesidir. Klâsik Eskiçağlarda bu hayvan, avcı bakire Artemis’e adanmış olup yukarda gördüğümüz buddhic catâka‘ları az çok aynı şekilde hatırlatır. Altın geyik, insanları umutsuzluktan kurtaran, ihtiraslarını dindiren Bodhisatva’dan başkası değildir.
Grek-Roma mitolojik ikonografisinde geyikler Artemis’in arabasını çekmekte olup tanrıça bunları altın dizginlerle idare etmektedir. Bu imtiyaza herhalde atiklik, çeviklikleri sayesinde nail olmuş olmalıdırlar.[41]
Küçük Asya’da Hadrien ve Antonin zamanlarında basılmış sikkeler üzerinde geyiği Zeus’la birlikte ve başını çevirmiş, tanrıya bakar halde görüyoruz. Ancak buna sadece Karia’da rastlıyoruz. Burada çok kadim bir kült bahis konusudur. Yine aynı bölgelerde kadim bir ahşap heykel Zeus’u kolları açık, çift baltayı tutar halde tasvir ediyor; bir geyik yine dönmüş, ona bakıyor; arka tarafta da bir kartal, yıldırım üzerinde duruyor.[42] Susa ve Sümer silindir mühürleri üzerinde bir geyik, bir put gibi, boğayla aynı koşullar altında görülür. Kıbrıs’ta da bu hayvan mukaddes ağaca refakat eder. O, çoğu yerde, tanrısal boğanın yerini tutar.[43] Klâsik çağların Küçük Asya’sında da geyik kendine geniş alan bulmuş, Eskiçağ’larda olduğu gibi.
Horoztepe, Pontus themasına dâhil Tokat yöresinde bir hüyük olup bol miktarda Kalkolithik ve Eski Bronz çağına ait eşya bulunmuştur, alttaki mezarlarda. Bunlar arasında fot. 272’de görülen bronz sistrum (bir nevi kaynana zırıltısı veya çalpara) üzerinde vahşi (et yiyici) hayvanlar olduğu gibi çoğunlukla geviş getiriciler, geyik, ceylan ve karacalar bulunuyor. Sapın phallic şekli ayrıca dikkati çekiyor. Pontus bölgesinin, Alaca Hüyük kültürünün ana yurdu olduğu sanılıyor.[44]
Bugün halk dilinde geyik kişi, “erkek adam” anlamında kullanılıyor (Dz). Bu hayvanla ilgili başka deyim ve sözcükler de var: geyik, mavi çiçekli bir çeşit çiğdem (Af), hayvanların aşık kemiği (Ky); geyik buzağılemek, güneşli havada yağmur yağmak (Kü); geyik göbeği, dağlarda biten boz renkli, ortası; mor bir çiçek (Ba, Mr); geyik kanı, pembe renkli boya (Or); geyik sırtı, geyik tüyü renginde, yenilen bir çeşit mantar (Tr).
Yukarıdaki “geyik kişi” tabirinin Alevî’lere ait olduğunu sanırız. Bu hayvanın “Erenler” sıfatıyla da takdis edildiğini Naci Kum Atabeyli’nin kaleminden görelim: “Tahtacı’lar… Sürek, Sofuyan (Şah İsmail’in büyük dedesi Erdebilli Şeyh Safiyuddin mensuplarına verilen unvan), Kızılbaş’tır… Tahtacı’ların töreleri, dilleri, duyguları “Anadolu Kızılbaşları”ndan hiç de ayrı değildir. Her iki zümre de Türk Şamanizm’inin veya Türk’lerin daha eski totemist din süreğinin Alevîlik perdesi altında İslâmlaşmış görünen akidelerini bugüne değin sürüp gelmişlerdir. Bakınız Yalvaç’ın (İsp) bir Sürek köylüsünün ağzından dinlediğim aşağıdaki türkü, Antalya’nın bir Sürek Tahtacı’sının sazında aynı güfte ve beste ile söylenmiştir:
“İçmişem bir dolu olmuşam ayık
Düşmüşem dağlara olmuşam geyik
Sana derim sana, sürmeli geyik
Kaçma benden kaçma, avcı değilem”
“Avcı değilem ki düşsem izine
Kaça kaça kanlar indi dizine
Sürmeler mi çektin kömür gözüne” (nakarat)
….
“Sana derim sana geyik erenler [45]
Bize sevda sana dalga verenler
Dilerim Mevlâ’dan onmaz vuranlar” (nakarat)[46]
Bir de Şah İsmail (Hataî) den:
“Eyder; Hataî’yem uçan kaçandan
Zerrece korkmayız bu tatlı candan
Gidip davacı olma atana benden
Kaçma geyik kaçma, avcı değilem”
“Yine biraz gerilere gidelim. Basma Mevlit kitaplarının sonlarına, XV. yy. ürünü oldukları sanılan Hikâye-i Geyik, Hikâye-i Güvercin, Hikâye-i Deve, Kıssa-i İbrahim… gibi hikâye-destanların eklenmiş olması bu hayvanlara, Süleyman Çelebi’nin “Mevlid”i yazdığı yıllarda (1409), gösterilen riayetin bir nişanesi olmalıdır (ilerde bu hikâyelerin kökenlerini de irdeleyeceğiz).
“…
Çözdiler geyiği geldi ma’file
Hak Çalab adın getürdü ol dile
Didi sensin iki cihan serveri
Hak Çalabun sevgili peygamberi
…”[47]
Maske ya da hareketlerle hayvan taklidi Anadolu’nun her yerinde haylice yaygın bir eğlence şeklidir; tıpkı şamanların, herhangi bir hayvanın postuna bürünmeleriyle o hayvana dönüştüklerini sanmaları gibi bir uygulama bahis konusudur. Bunların bazıları Anadolu’nun antik devirlerinin yadigârı olup bazıları da Anadolu ve Orta Asya kültürlerinin bir sentezinin mahsulü gibi görünmektedirler. Bu sonunculara en güzel örnek Tokat’ın geyik oyunu’dur. Bunda ölme ve dirilme teması sembolleştirilmiştir: oyuncu dört ayak üstünde, üzeri bir battaniye ile örtülü ve başında geyik boynuzu olmak üzere ortaya çıkar. Göz yerinde de iki küçük, yuvarlak ayna vardır.
Düdük ve dümbelek refakatinde dört ayaküstünde oynar. Biraz sonra düşüp “ölür”. Bir süre sonra da kurşun dökülüp sihir yapılır, ölü de dirilip atlayıp sıçramaya başlar. Burada üç motif vardır: geyik, aynalar ve ölüp dirilme teması. Bunlar bir uygarlıktan öbürüne yüzyıllar boyunca Küçük Asya’da süreklilik arz ederler. Birçok Hitit Anadolu’su festivali bir mevsimden diğerine değişme ve geyik çiftleşmesi temalarını işler. Ünlü Belçikalı bilim adamı F. Cumond, Sivas’ın kuzeyinde Pedachtonis manastırına ait bazı Hristiyan yazıtları bulmuştur. Athenogene adlı başrahip, Romalıların hışmına uğrayıp işkence çekmiş, ölmeye yakın manastıra iade edilmiş. Son nefesini verirken Allah’a dua edip hiçbir avcının bundan böyle geyik vurmamasını dilemiş. Bir şükran ifadesi olarak başrahibin ölüm yıldönümünde (17 Temmuz) bir geyik her yıl manastırın kapısına, keşişlerin kesip yemeleri için, eniklerinden birini bırakır olmuş. İslâm’da olduğu gibi Hristiyan inançlarında da geyik, azizlerle müzdeviç olmaktadır.[48] Dolichenus (Dülük)te Jüpiter’in eşi olan geyik tanrıçasının elinde ayna bulunur. “Birisi öldü mü… aynayı ters çevirirler. Ölü şişmesin diye üzerine demir yahut şiş korlar”[49] diye anlatıyor, ünlü geyikli heykellerin sahibi Alaca-Hüyük’ün bugünkü köylüsü…[50]
Bir Azerî geyik bilmecesiyle kömür gözlünün yakasını bırakalım:
“Dağdan gelir dağ kimi
Kolları budağ kimi
Eğilür su içmeye
Bağırır ulağ kimi”[51]
Bütün bu söylediklerimiz, Anadolu’da bazı toplulukların, geyiği kutsal saymaları keyfiyetini izah etmeye yeterli görünüyor.
[1] s. 557.
[2] T. T. Rice-. The Scythians, s. 158-9.
[3] T. Günay.- Havza yöresinde geyikle ilgili bir efsane, in Türk Halkbilimi Araştırmaları Yıllığı 1977,- Ank. 1979, s. 99-102.
[4] J.-P. Roux.- Faune et flore, s. 8, 34, 40, 79 ve B. Ögel. – Türk mitolojisi I, s. 48-50.
[5] Bkz. C. I, s. 248.
[6] Tenggis. Bu söz Moğolcada “iç deniz, göl, Baykal gölü” anlamlarında da kullanılmaktadır (A. Temir’in notu)
[7] J.-P. Roux.- op. cit., s. 320 ve B. Ögel.- op. cit., s. 575.
[8] A. von Gabain.- Inhalt und magische Bedeutung der alttürkischen Inschriften, in Anthropos. Revue Internationale d’Ethnologie et de Linguistique, Viyana ve Friburg (İsviçre), 48, 1953, s. 537-556, zikreden J.-P. Roux, s. 366 ve B. Ögel, ibd., s. 571.
[9] B. Ögel.- op. cit., s. 569-70.
[10] ibd., s. 577.
[11] ibd., s. 467.
[12] A. Gölpınarlı.- Vilâyetnâme, s. 106.
[13] B. Ögel.- op. cit., s. 28, 38-9.
[14] Tarafımızdan belirtildi.
[15] Mınıç kasabasında Kurudere’ye bir saat uzaklıkta bir türbedir.
[16] A. R. Yalman.- op. cit., I, s. 33-4. Tokat’ın bir Bektaşî merkezi olduğunu hatırlayalım.
[17] A. R. Yalman.- op. cit. II, s. 119.
[18] ibd. I, s. 129-133.
[19] M. Eliade.- Le chamanisme, s. 360.
[20] E. Akurgal.- Hattiler, Hititler ve güneş kursu, in Milliyet (Gazt.) 8.2.1977.
[21] R. Dussaud.- Prélydiens, s. 39.
[22] ibd., s. 145-7.
[23] Gerek fotoğrafın aslını göndermek, gerekse bunun neşrine müsaade etmek lûtfunda bulunan Prof. J. Wagner’e (Tubingen) şükranlarımızı sunarız.
[24] O. R. Gurney.- The Hittites, s. 136-8, 195.
[25] H. Hellenkemper and J. Wagner.- The God on the stag. A late Hittite Rock-Relief on the River Karasu, in Anatolien Studies XXVII, 1977, s. 167-173.
[26] R. Dussaud.- op. cit., s. 38.
[27] S. Przeworski.- Le culte du cerf en Anatolie, in Syria XXI (1940), s. 75. Zikreden R. Dussaud, in ibd., s. 50-1.
[28] R. Dussaud.- op. cit., s. 52.
[29] A. Dupont-Sommer et L. Robert.- op. cit., s. 49.
[30] A. Gabriel.- Monuments II, s. 123-5.
[31] Bursa’nın, önemli bir ticaret merkezi (kervan müntehası – kara limanı) olması itibariyle Osmanlılarca başkent ittihaz edilmesi göz önünde tutularak Baba’nın sair gazalara değil de özellikle Bursa’nın fethine iştirak etmesi şayanı dikkat olmaktadır.
[32] F. W. Hasluck.- op. cit., II, s. 460-1.
[33] ibd., s. 571-2.
[34] T. T. Rice.- The Seldjuks, s. 170.
[35] B. Karamağaralı.- Anadolu’da XII-XIV. asırlardaki tarikat ve tekke sanatı hak., s. 251.
[36] B. Karamağaralı.- Ahlat mezar taşları, s. 8, 16-7.
[37] H. Tanyu.- Ankara ve çevr., s. 155.
[38] ibd., s. 158.
[39] F. Köprülü.- İlk mutasavvıflar, s. 91-2, not 8.
[40] S. Çağatay.- Karaçay halk edebiyatında “Avcı Bineger”, in Fuat Köprülü Armağanı, s. 93-112.
[41] Dictionnaire, mad. “Cerf”.
[42] A. Laumonier.- Les cııltes indigenes -en Carie, s. 127, 167-8.
[43] ibd., s. 171-2. Ayrıca bkz. s. 517.
[44] S. Lloyd.- Early highland peoples of Anatolia, s. 29.
[45] Tarafımızdan belirtildi
[46] N. K. Atabeyli.- Antalya Tahtacı’larına dair notlar, in Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi IV, 1960, s. 206.
[47] C. Öztelli.- Anadolu’nun dinî edebiyatından Geyik Destanı, in TFA 146, Eylül 1961, s. 2492.
[48] M. And.- A picturial history of Turkish dancing, s. 18-19 ve Dionysos ve Anadolu köylüsü, s. 56-7.
[49] Tarafımızdan belirtildi.
[50] H. Z. Koşay.- Anadolu’nun etnografya ve folkloruna dair malzeme I. Alaca-Höyük, Ank. 1951, s. 34.
[51] BTL, mad. “dağ”.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.
Foto 270a – Geyik üstünde tanrı