Kültür Eserleri > THKK 2/A - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > 114. Bölüm

Muska *

“Muska” kelimesi Arapça “nusha”dan galat olup “hamail” de bunun anlamdaşıdır. Nazarlık olarak görmüş olduğumuz insan eline avam arasında “Fatima anamızın eli” denilir. Şiî’ler, eldeki beş parmağa beş büyük zatın (Muhammed, Ali, Fatima, Hasan, Hüseyin) remzi manasını verirler.

Arap ananeleri muskaların icadını Âdem’e atfeder: Âdem’in çocuğu Anâk, Havva’nın cinlerin kuvvetinden istifade etmek için kullandığı tılsımı, anası uykudayken çalmış, fakat bunu fena yolda kullanmıştır.[1]

Güney Anadolu Türkmen’leri hamaili mutlak tesmiye etmektedirler.[2] Ne Israel peygamberleri, ne Hristiyan Papa’ları, saliklerini kadim devirlerin muska – tılsımlarını taşımaktan alıkoyabildiler. Sonunda Kilise pes edip bir uzlaşmaya girdi: bunların yerine haç, Hristiyanlığın sembolü olan balık sureti, “Agnus Dei” (“Allah’ın kuzusu” — Allah’ın çoban olduğundan başlarda söz etmiştik) yazısını taşımayı salık verdiler, işin sadece şekli değişmiş oldu.

İslâm’a girmiş Anadolu’da da durum pek farklı görünmez. Bu konuda A. İnan’a yine kulak verelim.[3] Çinli hekimlerin FU tesmiye ettikleri bu muskalar Uygur’larda VU adını almış. O çağdan kalma birçok numune, üzerlerine çeşitli dinî düsturlar yazılmış tahtalar, kazıklar, ağaç kabukları ele geçmiştir. (L. C. Hopkins, “The Shaman or Chinese Wu: His inspired dancing and versatile character’’ adlı makalesinde “Wu” nun doğruca şamanı ifade ettiğini bildiriyor)[4]

Şek. 43’de görülen ve altı daireden terekküp eden tılsımın yararı şöyle anlatılmış: “Bu vu etözde tutsar ad mangal bular qop kösüs qanar = Bu muskayı (bir kimse) vücudunda tutarsa (saklarsa) ferahlık ve mutluluk bulur”. Şek. 44’deki için de şöyle denmiş: “Tişi tınlig bu vu etözde tutsar uçuz togurur, öğrünç sevinç bular = Bir dişi canlı (kadın) bu muskayı vücudunda saklarsa kolay doğurur, rahatlık ve sevinç bulur”.

Daha başkaları: “Qayu kişi baş agrığ bolsar bu vu barga toqıp içsin = Bir kişinin başı ağrıyorsa bu muskayı şaraba karıştırıp içsin”. Burada, sık anlatılan bir güldürücü hikâyeye işaret edelim, gördüğümüz ilişki dolayısıyla: adamın biri doktora başvurmuş. O da bir reçete yazıp “bunu suyun içinde alacaksın” demiş. Adam da bu reçeteyi suda eritip içmiş!… Aslında adam, alışa geldiği bir uygulamayı tekrarlamaktan öteye bir (aptalca) davranışta bulunmuş değildir. Devam edelim: “Qayru kişinin yılkısı öküş ölser bu vu qapigta yanşursun = herhangi bir kişinin hayvanları çok ölürse kapıya bu muskayı yapıştırsın”.

Ve anlatıyor A. İnan: “X. yy.da Türk ulusu… İslâm dinini kabul ettikten sonra cahiliyet devrinden kalan bu Buddhism ve eski Şamanizm kalıntılarını, İslâmiyet’e uygun bir şekil vererek, devam ettirdiler. Doğu Türkleri Müslüman olduktan sonra Buddhist Türk’lerin muska – tılsım ifade eden “VU” terimi yerine “bitigi”, yani “yazı” terimini kullanmışlardır. Kutadgu Bilig müellifi Yusuf Hacib üfürükçülerle (muskacılarla) fen adamları tabiplerin münasebetlerinden bahsederken şöyle diyor:

 

“Otaçı onamas muazzim sözin

Muazzim otaçıya evrer yüzin

Ol aymış otuğ yese igke yarar

Bu aymış bitig tutsa yekler ırar”

“Hekim üfürükçünün sözünü beğenmez, üfürükçü de hekimden yüzünü çevirir. O —hekim— demiş deva yese hastaya iyi gelir. Bu —üfürükçü— demiş muska tutarsa, yani saklarsa şeytanlar uzaklaşır.”

Bu Buddhist” Türk’lerin muskalarıyla bizim üfürükçü hoca veya büyücülerin yazdıkları tılsımlar arasında fark yoktur.[5]

 “Urfa vilâyetinde bir araştırma sırasında emniyet memurları bir sanığın üzerindeki muska içinde suretleri gösterilen tılsımlar bulmuşlardır” (şek. 45). Şeklin sol çizgisinin dışında bir “alî” yazısı dikkatimizi çekiyor: bu, yanlış yazılmış bir Ali (bin Ebû Talib) midir ki muskanın menşei itibariyle böyle bir ihtimale kuvvet kazandırır, yoksa doğruca yücelik ifade eden bir terim midir? Bu takdirde sağında ve solundakiler ne söylüyorlar bize?

Bu bitmez tükenmez konuyu, çeşitli nazarlık, göz vs.nin stilize şekillerinin yardımıyla, ilginç bir tarihî-mimarî olguyla noktalayalım. Amasya’da Turumtay Türbesi namıyla maruf binanın özellikle doğu cephesinde, taşlar üzerinde, şek. 46’da görülen ve Prof. A. Gabriel’in çizdiği şekilleri arz eden bir takım işaretler mevcuttur (1949). Bunlar fot. 260 ve 261’de oklarla gösterilmeye çalışılmıştır. Ünlü mimar bunları “taşçı damgası-işareti” olarak nitelemekle yetinmiştir.[6] O ise ki, bu şekillerin dikkatle tetkikiyle bunların bizim nazara karşı kullanıldığını gördüğümüz stilize şekiller arasındaki büyük benzerlik derhal göze çarpar. Bunlar gerçekten taşçı ustalarının damgaları da olabilirler, bu damgalar da özellikle nazara karşı şekiller arasından seçilmiş olabilirler. Fakat bu kez ortaya teknik düzeyde (inşaat şantiyesinin organizasyonu) bir sorun çıkıyor: yan yana vaz edilmiş iki taş, farklı işaretler taşıdıkları cihetle, iki ayrı usta tarafından mı yontulmuş ve bunlar tarafından mı yerlerine oturtulmuştu? Bu konuları “İnşa Teknikleri” cildinde etraflıca inceleyeceğiz. Mamafih aynı bir usta her taşa bir başka işaret vurmuş da olabilir ki bu takdirde bu işaretler ustanın “imza”sı olmaktan çıkıp tamamen sihrî alana dahil oluyor. Binayı yaptıran ulu kişinin[7] korunması istihdaf edilmiş olabileceği gibi ustanın da kendisine bundan bir emniyet payı çıkardığı muhakkaktır…

[1]              İA, mad. “hamail”.

[2]              A. R. Yalman.- op. cit. I, s. 160.

[3]              A. İnan.- Yaygın hurafeler ve menşeleri, in TFA 147, Ekim 1961, s. 2532.

[4]              Zikreden M. And.- A picturial history of Turkish dancing, Ank. 1976, s. 7 ve 10.

[5]              Tarafımızdan belirtildi.

[6]              A. Gabriel.- Monuments Turcs d’Anatolie II, Paris 1934, s. 60-1.

[7]              Seyfettin Turumtay’ın çok zengin, kervan sahibi bir vali olduğunu “Mübadele Teknikleri” cildinde göreceğiz.

( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.