Gözün en yaygın stilize şekillerinden birinin müselles olduğunu görmüştük. Bunun aynı zamanda ane (pubis) sembolü olduğunu da hatırda tutmak gerek (“anasının gözü”). Az çok aynı sembolizm içinde bulunan main de tek ya da çift gözü ifade eder. Muskaların, Arap harfleriyle yazılmış “Maşallah”ların çoğu kez üçgen ve bazen de dörtgen şeklinde olmaları keyfiyeti, bunların göze benzetilmek suretiyle cini daha uzaktan kaçırmak amacını güder. Fot., 259’da görülen ve mavi boncuklarla, üzerinde bir yuvarlak aynanın bulunduğu bir meşin üçgenden oluşan eşek nazarlık-tasması bunlardandır. Burada meşin müselles, sadece aynayı taşımak için eklenmiştir (Polatlı 1959). Aynanın da bu işlerdeki rolünü biliyoruz. Sol tarafta asılı hayvan çıngıraklarına gelince bunlar, hayvanların hareketini takip etmek imkânını verdikleri gibi çıkardıkları çeşitli (tatlı) seslerle cinlere “savulun!” da demiyorlar mı?
Yapılarda, aynı zamanda bir süs unsuru olarak da kullanılan üçgen motifler yürek ve damla şekillerini de alırlar. Bitlis, Mardin… minarelerinde, içlerindeki yazılarıyla bunlar güzel örnekler teşkil ederler.
Aynadan, çocukluğumuzdan hatırlayabildiğimiz yangın söndürme tulumbalarının üzerinde de bulunurdu. Burada bunlar, kendi üzerinde dönebilecek şekilde mihverlenmiş olarak dururdu. Tulumbayı taşıyan dört uşak’ın uzun talim devresiyle elde ettikleri marifet, yangına koşarken her türlü engebeli arazide bu aynayı hiç kımıldatmayacak şekilde senkron ayak atabilmeleriydi. Ayna, tulumbanın nazarlığıydı.
Ayna geleneğinin Hindistan’da da yaygın olduğunu görüyoruz. Bu ülkede kumaşlar, keseler, kemerler, radyo-teyp kılıfları… üzerinde çok sayıda ayna dikilmiş olarak duruyor. Orada tılsımlar standartlaştırılmış durumda.[1]
“Aynalı kemer ince bele
Can kurban tatlı dile
Seher Vakti bir güzele
Vuruldum”…
“…Ayna çok uzaklara giden geleneğin bir başka kalıntısıdır. Nitekim daha önce gördüğümüz bir ölüp-dirilme oyunu olan Horsabad’da oynanan Temmuz töresi kalıntısında da oyunculardan birinin başında ayna vardır. Geyiğin güneşle nasıl bir ilintisi varsa aynanın da böyle bir ilintisi vardır. Japonya’da kutsal olan ayna Dai-Jingu’da ise türbesinde saklanır… Dolichenus’ta[2] Jüpiter’in eşi olan geyik tanrıçasının elinde ayna bulunur… Hitit’lerde ayna büyüde kullanılan bir araçtı. Dionysos, kendisini aynada seyrederken Titan’ların saldırısına uğrar ve öldürülür…”
“Dionysos törenleriyle yakından ilintisini belirttiğimiz Muharremde düzenlenen Taziyede de İran’da Muhammedabad’da Âşur Hane denilen Hüseyin’in anıt-kabri olarak yapılan yüksek tahta yapının üzeri de aynalarla süslüdür. Ölüm konulu Anadolu’daki seyirlik köylü oyunlarıyla aynanın bir araya gelişi üzerine elimizde bir örnek de vardır. Dionysos’un aynaya bakarken öldürülüşüne benzer. Güneyde Türkmen oymakları arasında oynanan Solağın oyunu adlı oyun şöyledir: …silâhlı bir adam ortaya gelir, elinde bir ayna bulunur, aynada kendi yansısıyla söyleşmeye başlar… sonra aralarında kavga çıkar, palasını çeker, aynadaki yansısına saldırır, ayna kırılır, oyun da bitmiş olur.[3]
Aslında Kubaba (κυβήβη) da bir aynalı tanrıçadır. Suriye abidelerinde onu aynasıyla birlikte görüyoruz. Hitit yazıtlarında ise bu alâmet bir dişilik simgesidir. Diğer taraftan, mitolojik karakterli eski bir Hitit hikâyesinden, aynanın kader tanrıçalarına aidiyeti saptanmıştır: bu sonuncular bir su aynasında istikbali okurlar. O ise ki Hitit ecel perileri (Parques) “aşağının”, yani cehennemin tanrısal varlıklarıdır.[4] Suya bakarak tefeül etmek ya da kaybolmuş bir şeyin bulunduğu yeri görmek “tekniği”nin ülkemizde sürdüğünden evvelce söz etmiştik.
Şek. 40 boncuklarla meydana getirilmiş bir klasik nazarlık örneği olup burada hem müselles, hem de beş parmaklı el motifi bir arada bulunmaktadır. Keza H. Z. Koşay’ın verdiği, Çubuk’un (Ank) “Kandilli” tesmiye edilen ve saman çöpünden yapılan nazarlıkta da müselles ve mainler mütebarizdir. M. Gönül de bize, halı ve işlemelerden benzer güzel örnekler veriyor; şek. 42[5] bunlardan biridir.
Nazarlık takımları arasında yer alan eski çocuk pabucuna gelince, pabucun da kadının cinsiyet uzvunun sembolü olduğu ileri sürülüyor.[6] Eski’lerin nazarında da hürriyeti ifade eden bir işaretti.[7] Roma’da köleler yalın ayak gezerlerdi.[8] Freud’cular bunda phallic bir sembol görüyorlar. “Dictionnaire”in yazdıklarına göre de bedenle toprak arasında bir münasebet, bir temas noktasıdır (hani patlayıcı – yanıcı madde taşıyan tanker – kamyonların, biriken statik elektriği devamlı topraklayan, arkadan sarkıp yere sürterek giden zincir gibi…).
İster dişil, ister eril cinsî uzvu temsil etsin: her ikisinin de nazara karşı etkili olduğunu görmüştük. Son varsayıma göre de “paratoner”lerin “topraklama”sı oluyor demektir.
Büyük adam pabucunun kapı üstlerinde biraz çirkince duracağı düşünülmüş olmalı ki bir at nalı boyutlarına uygun çocuk ayakkabısı tercih ediliyor.
Bu kadar müteammim bir korku insanları gözün her çeşidinden faydalanmaya şevketmiş. Yeni doğan çocuğun yastığının altına kalbur gözü konur, “nazara gelip” de “burnu tıkanmasın” diye. Çoğu kez, beş parmağın sembolü (ve de, unutmayalım, Kadiri yıldızı) beşli denizyıldızı da nazarlıklar arasında boy gösterir. Bunu Türkmen’in batıya göçtükten, denizle ünsiyet peyda ettikten sonra buralarda, eski uygarlıkların mirası olarak benimsediği söylenebilir.
Maviden sonra, daha önce de söylediğimiz gibi, cinlerin gözünü alan renk kırmızıdır. Ruhu coşturan bu renkle bunun az çok etkili varyantları (turuncu vs.) az mı görülür kadın şalvarlarında. Akik de böylece koruyucu tılsımlar arasındadır: nazarı önledikçe bu kırmızı taş ağarır…
Zeytin ağaçlarına koyunun kürek kemiğinin de asıldığını gördük (fot. 260). Samanların bununla nasıl büyü yapıp fala baktıklarını, “İnanç ve Âdetler” cildinde anlatacağız. Bu yüzden bugün hâlâ kasaplar (İst) onu parçalamadan atmama itiyadındadırlar: bir büyücünün eline geçebilir…
Clavio’nun Deliler Köyü’nde tekke kapılarında asılı gördüğü püsküller,[9] fot. 249’daki biberlerin etrafında da yer alıyorlar, buzağının alnında. Bunların, süs olmanın ötesinde bir mana taşımaları melhuzdur.
Yavruların omuzlarında, buraya kadar zikrettiklerimizden başka, küçük bir kese veya boncuktan bir kafes içinde, daha önce gördüğümüz şapa da çok rastladık.
Omuza “maşallah”ın riyasetinde nazarlık demeti asılı çocuk artık kem gözden korkmaz. Buna rağmen bir musibet uğrayacak olursa, Allah’tan gelmiş olur, yani daha üst “komuta zinciri”nden. Bu itikat o derece köklüdür ki konuşma edebiyatına bile yansımıştır: kuvvetli, akıllı, güzel, çalışkan ve sair meziyetleri bahis konusu olduğunda “o hususta maşallahı var“ denir. Yani o meziyeti, nazardan masun kalmış ve kalacaktır; kalmış olmakla da gelişmiştir.
[1] E. Küçükerman’ın Endüstri Tasarımı Derneği’nde (İst) 30.5.1979 günü verdiği projeksiyonlu konferanstan.
[2] Gaziantep civarında şimdiki Dülük.
[3] M. And.- Dionysos ve Anadolu köylüsü, İst. 1962, s. 57-9.
[4] E. Laroche.- Koubaba, déesse Anatolienne, s. 123.
[5] M. Gönül.- Türk halılarında sembolik şekiller, in TFA 186, Ocak 1965, s. 3631.
[6] J. E. Cirlot.- op. cit., mad “shoes”.
[7] ibd.
[8] Dictionnaire, mad. “chaussure”.
[9] Bkz. C. I, s. 886.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.